adresini bilen birer at gibi koşuyorduk surlara
kızıl viranelerden hırkalara sırlara
ay doğdu dolun
kapı açıldı
ben bu bahçenin kara tonlarındanım
dinleyecek çok sözüm vardı sana
günlerden sekizdi aylardan on üç
bir mavi kendini suya doğru eğmişti
nefes alıp vermekti yaşamanın ruhsatı
tespihim vardı benim plastik bir otuzüçlük
seni öpmek helaldi kaçırmadım fırsatı
tövbelerin çağında yaşıyoruz sevgilim
günahlar serin bir rüzgar gibi yalıyor şehrin tüylerini
içip içip sahile iniyor trafo ve altın
karşılaşan bütün şeyler arasında
seni sevince ben bu bahsi kefaretle kapattım
yıldızlar her zamanki gibi yüksekteydiler
gözlerin kum sergisi denizin altlarına
ellerin tutamayacağım bir tümsekteydiler
kayıt altındaydı adın bir devlet seni çepeçevre sarmıştı
gecenin esmerliği güneşin sarışınlığı
bir denizi iki deniz yapan dudak
ben bu bahçenin kara tonlarındanım
hayallerim aklımı beş yerinden yarmıştı
ruj izi pembe pembe ağardı köpüğe
bir dalga vurup yuttu babamın saatini
zaman zaten yalancının tekidir
babası saatsiz kalan çocuklara sor
beklemek sana doğru durmadan yürümektir
ama dönüp dünyaya bakıyorsun geriye
tel örgüler kusuyorsun abaların altına
kesilen dalıyla tutuşan bir ağaçsın
ben bir kere trene binmiştim mavi
nereye gidiyorsa… gerisi kalsın!
biliyorum aslında sen de haklısın
çiçekler çok çeşitli çiğdemler ve çilekler
boyası dökülmüş evleri biliyorsun
toprağın altında bir başına kemikler
sevgilim nasiplerle açılıyor darın odaları
senin de evine şöyle bir avlu saplansın
düşündükçe dehlizlerin uzuyor ha uzuyor
gönül bu beklemeye söyle nasıl katlansın