bir ırmak seni çağırıyor Ayşegül
Hitit tapınaklarını aşıp Anadolu’nun tüylerini ürperten rüzgar
bir gökdürbünü çağırıyor
ve samanyolunu ıslatan gözyaşları yıldızların
ilk aşkından beri arayıp durduğun o anlam çağırıyor seni
o anlam,
yaşamı gözlerinden öpmek için sabahın buğulu aynasında
bir kuş çağırıyor seni, dünyaya kanat takman için
ve nereye varacağını kestiremediğin yollar
ki sen ayakkabılarını arıyorsun ve bulamıyorsun
bir zürafa çağırıyor,
boynundaki kravat ağrılarını geçirmen için
bir tren çağırıyor,
öküzlerin şaşkın bakışlarından kurtarasın diye onu
Ayşegül seni,
seni Cervantes çağırıyor,
“Don Kişot artık neden okunmuyor Ayşegül Hanım?
bakın üzüntüsünden
ülkenizin Milli eğitim Bakanı’na benzedi
dostum Sanço! ”
bir ateş çağırıyor seni
İnebahtı’da batan tek kollu bir kadırga
ve
Çanakkale’de bataryaların önünde diz çöküp ağlayan ay
kırmızı bir yağmur çağırıyor seni Ayşegül
Çatalhöyük’te kapısı yıldızlara açılan evler
ıssız adalar ve devrim yürüyüşleri çağırıyor seni aynı anda
ellerin başka yere gidiyor ayakların başka yere
ilkokul öğretmenin Şaziye Hanım çağırıyor,
“Ayşegül, yavrum nereye gitti güzelim Türkçemiz? ”
yoksul bir çocuk çağırıyor seni, oyuncağı olur musun diye
bir yaprak, bak o niye çağırıyor vallahi bilmiyorum
bir dudak çağırıyor seni,
gözlerin çay bahçelerine benziyor diye
Ayşegül, farkında mısın, bu şiir çağırıyor seni
seni ve
bir dağ yolundan başka bir şey olmayan
ve yalnız çıplak ayakla yürününce
tadına varılan
aşkı