Sabahların ılık puslu derinliklerine,
Ve rengârenk kır çiçeklerinin tümüne
Birer birer açılmış pencerelerimiz;
Nisan rüzgârlarının ürkek esintilerine
Bırakılmış-kapılmış düşüncelerimiz..
Dağ, tepe, bayır, ova, yayla demeden
Yemyeşil hırçın ve çılgın bir evrende,
Anıların en güzellerini kovalıyoruz;
Eski bakışların hazzına kavuşamıyoruz…
Bulutlar süzülüyor üzerimizden parça-parça,
Yağmur yüklü gri bulutlar kanat çırpa-çırpa,
Damla-damla, sağnak-sağanak boşalıyorlar;
Ilık ışınlarla yaprak-yaprak kucaklaşıyorlar,
Baharların en doyumsuz sabahlarında buluşuyorlar…
Taze dallarda avuç-avuç körpe tomurcuklar,
Hırçınlıklarını duymadığımız bir gürültüyle
Çatır-çatır çatlayıp, açılıp saçılıyorlar.
Yeşil gözleri bile kıskandıran filiz uzantılarında,
Minik serçelerin içimizi okşayan cıvıltılarında,
Dallarla ve yaplarla sarmaş-dolaş oluyorlar…
Beyaz soğuk giysilerini üzerinden savurarak,
Derin kış uykusundan silkinerek uyanan doğa,
Dünyamıza ve anılarımıza sığmayan bir dev boğa
Gibi; yeniden canlanarak, coşarak ve koşarak,
Aydınlık çehresini çiçek-çiçek, renk-renk,
Bakışlarımızda gezdirerek, içimize sindirerek,
Yaşantının yitirilmesi istenmeyen sevgilerine dek,
O güzelim mutlu yıllar gibi sürüp gidecek mi?
İlkbahar yağmurları yorgun gözlerimizde dinlenecek mi?