Eskiden ot, tükenmeye yüz tutmuş yolların birbirine uyduğu
saatte, tatlılıkla dikerdi saplarını, Tüm ışıklarını yakardı.
Gündüzün atlıları sevdalarınca doğar ve yavuklularının şatolarında,
boşluktaki hafif fırtınalar kadar çok pencere olurdu.
Eskiden ot, birbiriyle çelişmeyen binlerce güzel söz bilirdi.
Gözyaşıyla ıslanmış yüzlerin koruyucusuydu o. Hayvanları
büyüler, yanılgıya sığınak açardı. Zamanın korkusunu yenen ve
acıyı hafifleten gökyüzüne benzetilebilirdi uçsuz bucaksızlığıyla.
Eskiden ot, delilere karşı iyi, cellada düşmandı. Her günkü
eşikle yeniden evlenir, gülüşü kanatlı oyunlar bulurdu kendine.
(bağışlanmış, bir o kadar da kaçamak oyunlar) . Yolunu yitiren
ve tümüyle yitirmek isteyenler için hiç de katı değildi.
Eskiden ot, gecenin kendi gücünden daha az değerli olduğunu,
kaynak sularının yollarını keyiflerince dolandırmadıklarını
ve diz çöken tohumun, yarı yarıya kuşun gagasında sayılabileceğini
kanıtlamıştı. Eskiden toprakla gök, birbirinden nefret
ederlerdi ama toprak da, gök de yaşardı.
Söndürülmez kuraklık akıp gidiyor şimdi. İnsan tanyerine yabancı.
Yine de, bugün düşlenemeyen yaşamın peşinde ürperen istemler,
yüz yüze gelecek mırıltılar ve keşfeden, sapasağlam çocuklar var.
Türkçesi: Samih Rifat