Ölümüm boz yüzü, çağırma beni.
Toprağın katı yüzü, bırak beni.
Ezgilerin çekici yüzü, denemeyin beni.
Dünya beni salıversin.
Salıversin beni kendime
Salıversin beni yirmilerime, onbeşlerime doğru.
Gelincik tarlalarıma, çiçek kurutmalarıma, çocukluk uykularıma doğru.
Bir tabanca bana bakıyor.
Bir kül tablası.
İki kalem.
Bir kitap.
Birkaç kelime.
Bir saat. Akşamı getiriyor ve bana bakıyor.
Pencereden karşı pencereler.
Antanler.Duman. Ölümün çizgili lekeli yüzü bana bakıyor.
Bir el işareti. Duralım bekleyelim.
Bir el işareti. Susalım bekleyelim.
Kim gelecek? Konuşacak kim?
Kim vuracak? Vurulacak kim?
Kapılar açılıyor. Bana değil.
Ziyaretçiler geliyor. Bana değil.
Günaydınlar. Merhabalar. Bana değil.
Bana vazoda birkaç papatya.
Bana birkaç sarı, birkaç beyaz.
İçimin karmaşası bana.
Dönelim ölümün pürüzsüz yüzüne.
Bulutsuz rüzgarsız kuşsuz.
Kansız alımlı yüzüne dönelim ölümün.
Papatyalarla süslesek onu.
Kurşunların yerine papatyalar
Gülümsemelerle süslesek onu.
Kinlerin yerine gülümsemeler.
Kendimle süslesem onu.
Karşı dünyadan baksam kendime.
Orda durup sigara içsem dalgın bakarak.
Kalkıp gitsem sonra sokaklara, deniz kıyılarına, ilk yaz coşkularına doğru.
Burada oturup birkaç kelime yazarak dalgın sigara içsem.
Kalkıp gitsem gelincik tarlalarıma, çiçek kurutmalarıma, çocukluk ilk yazlarıma doğru.
Peki, sen nerdesin?
Bu şiirde nerdesin sen?
Kurşunlarda mı? Gülümsemelerde mi?
Kinlerde mi? Papatyalarda mı?
Belki de bir kuşsun sen uçup gidiveren uzaklara konu veren unutuveren.