Aramızdaki varlıksın,
göklerimizdeki göçebesin,
yapraklarımızdaki ve suyumuzun gümüşündeki
göz kamaştıran gümüşsün,
en uzak düşüncemizin gümüş firarı –
“ziyaretçi ay” … “ayın kısa bakışları”…
ve dokunduk biz sana!
İlk zamandan beri,
ilk zamandan önce, ilk insanın
zamanı tadışından önce, düşündük seni.
Bir mucizeydin bizim için, ulaşılmazdın,
özlenen bir geçmiştin, özlemin görüş sahasıydın,
ışığımızın ardındaki bir ışıktın, hayatımızdın – belki
bizim için bir anlamdın…
Şimdi
ellerimiz dokundu sana senin gecenin derininde.
Üç gün ve üç gece yolculuk ettik,
en uzaktaki yıldızlarla yönlendirilerek, tırmandık dışarı,
yüzen tozun bir o yana bir öbür yana düştüğü yerde
aştık görünmez gelgit girdabını, karşılaşarak
soğukla, yüzleşerek ölümle – dipsiz boşlukla…
Sonra, dördüncü günün akşamı, indik aşağı,
demir attık, şafakta ayak bastık kumsallarına,
eledik parmaklarımız arasında soğuk kumunu.
Burada dururuz alacakaranlıkta, soğukta, sessizlikte…
ve burada, ilk zamandaki gibi, kaldırırız başlarımızı.
Üstümüzde, bir aydan daha da güzel bir ay,
bir mucize bizim için, ulaşılmaz,
özlenen bir geçmiş, özlemin görüş sahası,
ışığımızın ardındaki bir ışık, hayatımız – belki
bizim için bir anlam…
Ah, bir anlam!
bu sessiz kumsallarda üstümüzde parlak
yeryüzü,
aramızdaki varlık.
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy