Bunları da Okuyun

    Saygılı Olun Şiiri – Jacques Prevert

    29 Aralık 2021

    Fettân Saçun Selâsili Müşgîn Degül Midür Şiiri – Ahmedi

    29 Aralık 2021

    Aşk Ve Korku Şiiri – Necip Fazıl Kısakürek

    28 Aralık 2021

    Dost Iı Şiiri – Celal Vardar

    29 Aralık 2021

    Hayal Şiiri – Nurullah Genç

    29 Aralık 2021

    Biz Şiiri – Nazım Hikmet Ran

    20 Mart 2022

    Akşam Delisi Şiiri – Hasan Hüseyin Korkmazgil

    29 Aralık 2021

    Âşık Olanı Dut Ki Gül-istân İçindedür Şiiri – Ahmedi

    29 Aralık 2021

    Sokak Lambaları Şiiri – Cesare Pavese

    29 Aralık 2021

    Dîvân-ı İlâhîyât 195 Şiiri – Aziz Mahmud Hüdayi

    29 Aralık 2021
    Facebook Twitter Instagram
    Facebook Twitter Instagram
    Şiirhane
    • Anasayfa
    • Dönemler
      • Cumhuriyet Dönemi
      • Yedi Meşaleciler
      • Fecr-i Ati Topluluğu
      • Garipçiler (1. Yeni)
      • Halk Edebiyatı
      • İkinci Yeniciler
      • Milli Edebiyat
      • Öz (Saf) Şiir Dönemi
      • Tanzimat Edebiyatı (1. Dönem)
      • Tanzimat Edebiyatı (2. Dönem)
      • Tekke ve Tasavvuf Edebiyatı
      • Toplumcu Gerçekçi Şiir Dönemi
      • Servet-i Fünun Edebiyatı
    • Yabancı Şairler
    • Rastgele Şiir
    • İletişim
    Şiirhane
    Anasayfa»Mehmet Akif Ersoy»Mahalle Kahvesi Şiiri – Mehmet Akif Ersoy

    Mahalle Kahvesi Şiiri – Mehmet Akif Ersoy

    Mehmet Akif Ersoy- Mehmet Akif Ersoy
    Telegram VKontakte Facebook Twitter Pinterest LinkedIn Tumblr Email WhatsApp
    Paylaşın
    Facebook Twitter LinkedIn Pinterest Email

    Kardeşim Hüseyin Avni’ye

    «Mahalle kahvesi! » Osmanlılar bilir ne demek?
    Tasavvur etme sakın «Görmedim nedir? » diyecek.
    Dilenci şekline girmiş bu sinsi cânîler,
    Bu, gündüzün bile yol vermeyen, harâmîler,
    Adımda bir, dikilir, azminin, gelir, önüne…
    Zavallı yolcunun artık kıyar bütün gününe!
    Evet, dilenci sanır seyr eden kıyâfetini;
    Fakat bir onluğa âgûş açan sefâletini,
    Görüp de rikkate şâyân, biraz sokulsa, hemen,
    Vurur şikârını tâ kalbinin samîminden!
    Mahalle kahvesi hâlâ niçin kapanmamalı?
    Kapansın elverir artık bu perde pek kanlı!
    Hayır, bu perde, bu Şark’ın bakılmayan yarası;
    Bu, çehresindeki levsiyle yurda yüz karası;
    Hayatımızda gediktir «gedikli» nâmıyle,
    Açık durur koca bir kavmin ihtimâmıyle!
    Sakın firengiye benzetmeyin fecâ’atini:
    Bu karha milletin emmekte rûh-i gayretini.
    Mahalle kahvesi Şark’ın harîm-i kàtilidir;
    Tamam o eski batakhâneler mukàbilidir.
    Zavallı ümmet-i merhûme ölmeden gömülür;
    Söner bu hufrede idrâki, sonra kendi ölür…
    Muhît-i levsine dolmuş ki öyle manzaralar:
    Girince nûr-i nazar simsiyâh olur da çıkar!
    Yatar zemîn-i sefîlinde en kesîf eşbâh,
    Yüzer havâ-yı sakîlinde en habîs ervâh.
    Dehân-ı lâ’nete benzer yarıklarıyla tavan,
    Kusar içinde neler varsa hâtırâtından!
    O hâtırâtı sakın sanmayın: Me’âlîdir;
    Bütün rezâil-i târîhimizle mâlîdir.
    Neden mefâhir-i eslâfa kahr edip, yalnız,
    Mülevvesâtına mâzîmizin sarılmadayız?
    Kış uykusunda mı geçmişti ömrü ecdâdın?
    Hayır, o nesl-i necîbin, o şanlı evlâdın,
    Damarlarında şehâmet yüzerdi kan yerine;
    Yüreklerinde ölüm şevki vardı can yerine.
    Fakat biz onlara âid ne varsa elde, yazık,
    Birer birer yıkarak kahvehâneler yaptık!
    Bütün heyâkil-i san’at yetiştiren Şark’ın,
    Zemîn-i feyzi nasıl şûre-zâra döndü bakın!
    Ne hastahânesi kalmış zavallı eslâfın,
    Ne bir imâreti, bitmiş elinde ahlâfın.
    Kanalların izi yok, köprüler harâb olmuş;
    Sebillerin başı boş, çeşmeler serâb olmuş!
    O kahraman babalardan doğan bu nesl-i cebîn
    Ne gîrûdâr-ı maîşet bilir, ne kedd-i yemîn.
    Azâb içinde kalır sa’yi görse rü’yâda!
    Niçin yorulmalı zâten «ölümlü dünyâ»da?
    Vücud emânet-i Hak, doğru, hem de cennetlik.
    Bu kahveler gibi Cennet de müslimîne gedik!

    «Hayât-ı âile» isminde bir ma’îşet var;
    Sa’âdet ancak odur… dense hangimiz anlar?
    Hayât-ı âile dünyâda en safâlı hayat,
    Fakat o âlemi bizler tanır mıyız? Heyhat!
    Sabahleyin dolaşıp bir kazanca hizmetle;
    Evinde akşam otursan kemâl-i izzetle;
    Karın, çocukların, annen, baban, kimin varsa,
    Dolaşsalar, seni kat kat bu hâleler sarsa;
    Sarây-ı cenneti yurdunda görsen olmaz mı?
    İçinde his taşıyan kalb için bu zevk az mı?
    Karın nedîme-i rûhun; çocukların rûhun;
    Anan, baban birer âgûş-i ilticâ-yı masûn.
    Sıkıldın öyle mi! Lâkin, biraz alışsan eğer,
    Fezâ kadar sana vâsi’ gelir bu dar çenber.
    Ne var şu kahvede bilmem ki sığmıyorsun eve?
    Gelin de bir bakalım… Buyrun işte bir kahve:

    * * *

    Çamurlu bir kapı, üstünde bir değirmi delik;
    Önünde tahta mı, toprak mı? Sorma, pis bir eşik.
    Şu gördüğüm yer için her ne söylesen câiz;
    Ahırla farkı: O yemliklidir, bu yemliksiz!
    Zemîni yüz sene evvel döşenme malta imiş…
    «İmiş»le söylüyorum. Çünkü anlamak uzun iş,
    O bir karış kirin altında hangi ma’den var?
    Tavan açık kuka renginde; sağlı sollu duvar,
    Maun cilâsına batmış tütünle nargileden;
    Duman ocak gibi çıkmakta çünkü her lüleden.
    Dikilmiş ortaya boynundan üstü az koyu al,
    Vücûdu kapkara, leylek bacaklı bir mangal.
    Şu var ki bilmeyen insan görürse birden eğer,
    «Balıkçılın kara saçtan yapılma heykeli! » der.
    Kenarda, peykelerin alt başında bir kirli
    Tomar sürükleniyor, bir yatak ki besbelli:
    Çekilmiş üstüne yağmurluğumsu bir pırtı,
    Zavallının, güveden, lîme lîme hep sırtı.
    Kurur bu örtünün üstünde yağlı bir mendil;
    Ki «bir tependen inersem! » diyen hasır zenbil;
    Onun hizâsına gelmez mi, bir döner şöyle;
    Sicimle kulpuna ilmikli çifte mestiyle!
    Duvarda eski ocaklar kadar geniş bir oyuk,
    İçinde camlı dolap var ya, raflarında ne yok!
    Birinci katta sülük beslenen büyük kavanoz;
    Onun yanında kan almak için beş on boynuz.
    İkinci katta bütün kerpetenler, usturalar…
    Demek ki kahveci hem diş tabîbi, hem perukâr!
    İnanmadınsa değildir tereddüdün sırası;
    Uzun lâkırdıya hâcet ne? İşte mosturası:
    Çekerken etli kemiklerle ayrılıp çeneden,
    Sonunda bir ipe, boy boy, onar onar, dizilen,
    Şu kazma dişleri sen mahya belledinse, değil;
    Birer mezâra işâret düşün ki her kandil!
    Üçüncü katta durur sâde havlu bohçaları.
    Sağında cam dolabın hücre hücre bitpazarı.
    Duvarda türlü resimler: Alındı Çamlıbeli,
    Kaçırmış Ayvaz’ı ağlar Köroğlu rahmetli!
    Arap Üzengi’ye çalmış Şah İsmail gürzü;
    Ağaçta bağlı duran kızda işte şimdi gözü.
    Firaklıdır Kerem’in «Of! » der demez yanışı,
    Fakat şu «Âh mine’l-aşk»a kim durur karşı?
    Gelince Ezrakabânû denen acûze kadın,
    Külüngü düşmüş elinden zavallı Ferhâd’ın!
    Görür de böyle Rüfâî’yi: Elde kamçı yılan,
    Beyaz bir arslana binmiş, durur mu hiç Dede Can?
    Bakındı bak Hacı Bektâş’a: Deh demiş duvara!
    Resim bitince gelir şüphesiz ki beyte sıra.
    Birer birer oku mümkünse, sonra ma’nâ ver…
    Hayır, hülâsası kâfi, yekûnu ömre sürer:
    Bedâhaten kusulan herze-pâreler ki düşün,
    Epey zaman daha lâzımdı herze olmak için!

    Oturmadan içi yağ bağlamış bodur masanın,
    Yayılmış üstüne birçok kâğıt ki, oynayanın,
    Elinde yağlı meşin zanneder görünce adam.
    Ya tavlanın kiri, kàbil değildir, anlatamam.
    Harîta-vâri açılmış en orta yerde dama;
    Beyaz mı taşları, yâhud siyah mı, hiç sorma!
    Hutûtu: Gayr-i muayyen hudûdu memleketin:
    Nazarda haylice idman gerek ki fark etsin!
    Deliklerindeki pislik lebâleb olsa, yine,
    Bakınca bunlara gâyet temiz kalır domine.
    Delikli çekmece var ha! Demirbaş eşyadan;
    Yanında bir de kulaksız tekir… Unutma aman!

    — Asıldı bey koza!
    — Besbelli, bak sırıttı aval;
    — Bacak elinde mi?
    — Kır, Hamdi sen de dağlıyı al.
    — Ulan! Kapakta imiş dağlı… Hay köpoğlu köpek!
    — Köpoğlu kendine benzer, uzun kulaklı eşek!
    — Sekizli, onlu, ne çektinse ver de oryayı tut.
    — Halim, ne uğraşıyorsun bu çıkmaz işte: Kaput!

    — Cihâr ü yek mi o taş?
    — Hiç sıkılma öldü dü-şeş!
    — Elimde yok mu diyor? Çek babam!
    — Aman şeş-beş!
    — Hemen de buldu be? Gelsin hesaplayıp durma!
    — Bi parti yendi ya akşam, dikiz gelin kuruma!
    — Dü-beşle bağlıyorum.
    — Yağma yok!
    — Elindeki ne?

    — Se-yek.
    — Aman durun öyleyse: Penc ü yek domine!

    — Mızıkçı dendi mi, sensin diyor, bakın ağalar:
    Kırık mı söyleyin Allâh için şu cânım zar?
    — Kırık!
    — Değil!
    — Alimallah kırık!
    — Değil billâh!
    — Yeminsiz oynayamazlar ki, ah çocuklar ah!
    — Karışmasan işin olmaz değil mi? Sen de bunak!
    Gelirsem öğretirim şimdi…
    — Ay şu pampine bak!
    Gelip de öğretecekmiş… Mezarcı Mahmud’a git!
    Bir üflesen gidecek ha… Tirit mi sâde tirit!
    — Zemâne piçleri! Gördün ya hepsi besmelesiz…
    Ne saygı var, ne hayâ var. Eğer bizim işimiz,
    Bu kaltabanlara kalmışsa vay benim başıma!
    — Herif belâya sokarsın dırıldanıp durma!
    — Mezarcı Mahmud’a git ha? Bakın it oğluna bir!
    Küfürbaz, alçak, edepsiz… Bu söylenir mi Bekir?
    — Yolunca terbiye verdin ya âferin Hasan Ağ.
    — Bıraksalar beni, çoktan marizlemiştim ya! ..
    — Mezarcı Mahmud’a ha? Vay babassının canına!
    Bunun yaşında iken biz büyüklerin yanına,
    Okur da öyle girer, hem ayakta beklerdik;
    Otur, demezseler elpençe sâde dinlerdik;
    Hayır, bu böyle değildir demek, ne haddimize!
    Evet, desek bile derlerdi: Sus behey geveze!
    — Otuz yaşında idim belki; annesiz, dışarı
    Kolay kolay çıkamazdım: Döverdi çünkü karı!
    Bugün, onaltıyı doldurmamış yumurcaklar,
    Odun yemez iyi bil ha! Geberse karşı koyar.
    Geçende dövmek için yoklayım dedim Kerim’i…
    Bırak! Eşek değilim ben, deyip dikilmez mi?
    Dayak eşekler içinmiş, adam dövülmezmiş…
    — Ya biz, sözüm ona, merkeb miyiz Bekir, bu ne iş?
    Döverdiler bizi her gün de karşı koymazdık…
    Ben öyle terbiye oldum… Kolay mı insanlık?
    — Dokundurur mu, ne mümkün, eloğlu hiç adama?
    O müslümanları sen şimdi, hey kuzum arama!

    Gürültüsüz oyun isterseniz gelin damaya:
    Zavallı, açmaza düşmüş… Bakın hesaplamaya!
    Oyuncunun biri dalgın, elinde taş duruyor;
    Rakîbi halbuki lâ-yenkatı’ bıyık buruyor.
    Seyirciler mütefekkir, güzîde bir tabaka;
    Düşünmelerdeki şîveyse büsbütün başka:
    Kiminde el, filân aslâ karışmıyorken işe,
    Kiminde durmadan işler benân-ı endîşe!
    Al işte: «Beyne burundan gerek, demiş de, hulûl»
    Taharriyât-ı amîkayla muttasıl meşgûl!
    Mühendis olmalı mutlak şu ak sakallı adam:
    Zemîne, dâire şeklinde yaydı bir balgam;
    Abanmış olduğu bir yamrı yumru değnekle,
    Mümâslar çekerek soktu belki yüz şekle!
    Ayak teriyle cilâlanma tahta peykelere,
    Külâhlı, fesli dizilmiş yığın yığın çehre:
    Nasîb-i fikr ü zekâdan birinde yok gölge;
    Duyulmamış bu beyinlerde his denen meleke!
    — Aman canım, şu bizim komşu amma uğraşıcı!
    — Ne belledin ya efendim? Onun bir ismi Hacı!
    — Çocuğ, ha mektebe verdim, ha vermedimdi diye,
    Sokak sokak geziyor…
    — Koymuyor mu medreseye?
    — Koyar mı hiç? Arabî şimdi kim okur artık?
    — Evet, gâvurcaya düştük de sanki iş yaptık!
    — Binâ’ya üç sene gittimdi hey zamanlar hey!
    İlim de kalmadı…
    — Zâten ne kaldı? Hiç bir şey.
    — Mahalle mektebi lâzımdır eski yolda bize;
    Sülüs, nesih bitiyor yoksa hepsi… Keyfinize!
    — On üç yaşında idim aldığım zaman ketebe.
    Geçende sen ne bilirsin? demez mi bir zübbe?
    Dedim, ulan seni gel ben bir imtihân edeyim,
    Otur da yap bakalım şöyle bir kıyak temmim.
    — Nasıl, becerdi mi?
    — Kàbil mi! Rabbi yessir’i ben,
    Tamam beş ayda değiştimdi kalfamız sağ iken.
    — Nedir elindeki yâhu?
    — Cerîde.
    — At şu pisi.
    — Neden?
    — Yalan yazıyor, oğlum, onların hepisi.
    — Ya doğru yazsa asarlar… Ne oldu Volkancı,
    Unuttunuz mu?
    — Bırak, boşboğazlık etme Hacı!
    Şu karşıdan gözeten fesli, zannım, ağzıkara…
    — Hayır, demem o değil…
    — Durma sen belânı ara!
    — Canım lâtîfe yapar, bilmiyor musun Ömer’i?
    — Biraz rahatsızım Ahmed, yakın benim feneri!
    Duyuldu bir iri ses, arkasından istiğfâr…
    Meğer geyirti imiş.
    — Pek şifâlı şey şu hıyar:
    Cacık yedin mi ne hikmet, hazır hemen teftîh…
    — Evet şifâlı yemiştir…
    — Yemiş mi? Lâ-teşbîh.
    — Günâha girme. Tefâsîrde öyle yazmışlar…
    Dayım demişti ki: Gördüm, hıyar hadiste de var.
    — Hasan, bizim yeni dâmad ne oldu anlamadık,
    Görünmüyor?
    — Karı koyvermiyor: Herif, kılıbık.
    — Evinde çan çan eden erkeğin de aklına şaş…
    Lâf anlamaz dişi mahlûku, durma sen uğraş.
    — Kim uğraşır a babam, bunca yıllık ehlim iken,
    Adam hesâbına koymam bizim köroğlunu ben.
    …………………………………………………………………
    …………………………………………………………………

    Tavanın pervazı altındaki toprak yuvadan,
    Bakıyor bunlara, yan yan, iki çift ince nazar:
    «Ya sizin bir yuvanız yok mu? » diyor anlaşılan,
    Dişi erkek çalışan yavrulu kırlangıçlar…

    Mahalle Kahvesi Şiiri - Mehmet Akif Ersoy Mahalle Kahvesi Şiiri - Mehmet Akif Ersoy şiiri Mehmet Akif Ersoy şiirleri
    Paylaşın Telegram VKontakte Facebook Twitter Tumblr WhatsApp

    Yazarın Diğer Şiirleri

    Geçinme Belası Şiiri – Mehmet Akif Ersoy

    Küfe Şiiri – Mehmet Akif Ersoy

    Hasır Şiiri – Mehmet Akif Ersoy

    Tevhid Yâhud Feryâd Şiiri – Mehmet Akif Ersoy

    Merhum İbrahim Bey Şiiri – Mehmet Akif Ersoy

    Selmâ Şiiri – Mehmet Akif Ersoy

    Bunları da Okuyun

    Tadı Şiiri – Ali Rıza Ertan

    29 Aralık 2021

    Ankara’lı Dört Dörtlük Şiiri – Arkadaş Zekai Özger

    29 Aralık 2021

    Salihlim Şiiri – Ahmet Selçuk İlkan

    28 Aralık 2021

    Sıcak Afrika’nın Siyah Ağıdı Şiiri – Abdurrahim Karakoç

    28 Aralık 2021
    Bizi Takip Edin
    • Facebook
    • Twitter
    • Instagram
    Çok Okunanlar
    Ahmet Oktay

    Sığınak Şiiri – Ahmet Oktay

    Ahmet Oktay

    Kaçıp sana saklanıyorum akşam oldu mu Sana dokununca mı denizleniyor masa Senin avcıların mı çok…

    Gidiyor (Bir Tenhada Gördüm) Şiiri – Pir Sultan Abdal

    29 Aralık 2021

    Âşık İbrahim De Bir Mâ’na Söyler Şiiri – Kul Himmet

    29 Aralık 2021

    Musiki Şiiri – Ahmet Kutsi Tecer

    29 Aralık 2021
    Hakkımızda
    Hakkımızda

    Şiirsiz kalmayın!

    İletişim: [email protected]

    Şiirler

    Şunda Bir Nazenin Çıkmış Meydana Şiiri – Aşık Ömer

    29 Aralık 2021

    Ne Deliyim Şiiri – Resul Hamzatov

    29 Aralık 2021

    Âgâz-ı Gazeliyyât 260 Şiiri – Agah

    29 Aralık 2021
    Etiketler
    Ahmet Selçuk İlkan şiirleri Agah şiirleri Pir Sultan Abdal şiirleri Aziz Mahmud Hüdayi şiirleri Necip Fazıl Kısakürek şiirleri Karacaoğlan şiirleri Ruhsati şiirleri Abdurrahim Karakoç şiirleri
    Facebook Twitter Instagram
    • Anasayfa
    • İletişim
    © 2025 Şiirhane.
    Tüm hakları edebiyatın birbirinden kıymetli şairlerine aittir.

    Aradığınız şair veya şiirden birkaç kelime yazın.