Neve-i vâhideyle sırr-ı vücud,
Kendine kılmış âdemi bürhan.
Cismi ruha nikab-ı râz etmiş,
Bu nikabın içinde kalb-i nihan.
Bu tekâmül beşerde bit-tedriç,
Saçıyor kalbe bir fürug-ı behîç.
Ruhu vicdanla eylemiş tetvîç,
Neremizde bu merkez-i vicdan?
Hani benlikteki hüviyetimiz?
O hüviyet midir bu suretimiz?
Ten mi ayine-i hakikatimiz?
Hangi noktada dide-i iman?
Hiss ü idraki maddeten, manen
Bir bilen var dimağımızda gezen.
Bî-haberdir o şey de kendinden,
O da buhran içindedir her an.
Aşkı tevlit eden nedir tende?
Yerde, gökte, denizde, gülşende,
Aşka olmuş ezel, ebed bende;
Taht-ı hükmünde vuslat ü hicran.
Bu mahabbetle ruh-i sevda-keş,
Hüsne düşmüş ki hüsn ise ateş.
Sıçramış bir kıvılcımı, şu güneş,
Dönüyor cezbesiyle çerh-i cihan.
Asumanı dimağa sığdırmış,
Mübhemâtı fünûna kırdırmış.
İlim arttıkça cehli yığdırmış,
Setr ü ifşa bu hikmete hayran.
Sahili yok bu ka’r-ı nâ-büdun,
Bizi örten şu cism-i mahdûdun.
Sen, senin olmadıkça meşhûdun,
Neyi bilsin bu zerre-i izan?
Yaktı, yıktı bu Neyzern’i haşyet,
Beni aczim ve aczimi hayret.
Aşk u hicranla ettim ünsiyet,
Kendini bilmemek imiş irfan.