Kadın namazda osurmuş ve bozmamış asla,
Huzur-ı kalb ile etmiş salatı hüsn-i eda.
Duyar, bakar kocası, bu namaza hayret eder,
Bu üç adet osuruk her fesadı davet eder.
Sorar ve der ki:
“Be hatun, namazda üç kere sen
Osurdun aldırış etmeksizin, sesinden ben
Utandım Allah’a karşı huzur-ı izzette,
Bu zartadan ki: hususan dem-i ibadette”
Kadın tebessüm eder, der ki:
“Kalbim Allah’a
Hulus ile müteveccih olursa dergâha,
Salat-ı mümini hiç ettirir mi zarta suküt,
Götüm kıyamete dek cehren etse de cart curt! ”
Hikâye bu, gelelim şimdi, emr-i tetkike:
Huzur-ı hakta osurmak olur mu böyle şaka?
Hafisi, cehrisi, Bâb-ı Meşihat’a ait,
Fakat huzu’ ile amden, hem erkeği şahit…
Kadın da haklı bakınca, delili kalb-i selim,
Bu kalbe karşı ne eyler şerait-i tahrîm?
Bu vaka hayli mühimdir, edilmeli, tamik,
Bu hadise ki, bu levha; vatanda bit-tatbik.
Herif, hükümet olursa, kadın da devlettir,
Namaz vazifedir, osruk “Sada-yı millettir! ”
Şadalar imdi vücûh-ı selâseye mebni
Olur ki ilm ile halleyler içtihad-ı zeni.
Birinci ah-ı derundan nişanedir sessiz,
Bu iştikâ-yı hafidir ki; zulm-ı kahrengîz.
İkinci cehren olur ki: Şu hâl-i matbuat,
Kaza-yı haceti kanuna uydurur, heyhat!
Üçüncü: Amden o, işte hayatı Ankara’nın,
Vazifeyi tanımaktır esası yaygaranın.
Gürültü, top, tüfek, isyan nedir vazife için?
Vazife çünkü: Mukaddes, vatan hayat ile din.
Bu yolda kalbini Allah’a rabt eden korkmaz,
Bozulmaz öyle patırtıyla kıldığı o namaz.
Sada-yı milleti ilan eden kadın. Bu herif
Eşek gibi bakar ancak, mukaddesat-ı Şerif.
Ne olduğu size zahir değil mi? İşte vatan.
Sada-yı millete karşı ağız açarsın, utan.
Bu cehren oldu evet, gel, seninki ya imza?
Çıkar mı o leke bilmem ki; yıkasa derya?
Demek o bad-ı muhalif, eser ki devletten
Habîr eder vükelâyı reh-i hükümetten.
Uyandırır kara yelle müsebbib-ül-esbab
O kaptanı ki olurken gemi zulümle harab,
O na-hud’a-yı cehalet penah-ı bî-izan
O yolculardan utanmaz mı? İşte hal-i vatan.
Hayır, utanmaz o, onda utanmak olsa eğer
Öperdi südde-i şevket penahı mihr-i zafer.
Şeraitin başı halkın vazifesinde huzur
Huzur-ı hakta vazife kabul eder mi kusur?
Bu yerde devlet u millet idare gerdişidir,
Hatayı kontrol ancak hükümetin işidir.
Hükümetin ise timsali heyet-i Âyân
Mezarlığı vükelâ, servi, zilli Mebûsan.
Bu işte saye-i şevketpenah-ı devlettir,
Bu kabre fatiha, artık sada-yı millettir.
Misal için size ben bir hikâye arzedeyim,
Bu fıkra dikkate şayan hakikati mülhim:
Büyükçe bir adam ölmüş necib, hem zengin,
Gasil vesaire neyse merasim-i tekfin
Olur iken teneşirde yavaşça doğrulmuş,
İmam ve ordakiler cümleten hacil olmuş.
İmam, demiş ki:
“Efendim, vücudunuz kirli
İmiş de bir yıkamak istedik değil mi iyi? ”
Evet demiş.
“Güzel amma götümdeki pamuğa,
Cevabı kim verecek? Sor başındaki kavuğa.”
Meğerse sekteden arız imiş bu hâl-i garib,
Sıcak su da dökülünce çıkar hata-yı tabib.
Bu işte ba’s-ı vatandır ki biz bad-el-mevt;
Sıcak su gözyaşıdır, hak, bu serserice evet.
Fakat bilir misiniz ki; yazar iken bunu ben,
Fakülte’de gece saat yarım, soğuk birden
Tipiyle, karla hücum etti, yok odun yakacak
Ya şu zavallı ahaliye hangi göz bakacak?
Müzahrafât-ı hükümet taşar devâirden
Rical-i anane dönmez bu fikr-i kahirden.
Bütün vesaik-i zillet şu sözle dolmuştur:
Bu doğrusu ise de her nasılsa olmuştur.
Hukuk-ı halk ise de her nasılsa zulm-i sarih
Budur ki lanete şayan, değil hata-yı kabih.
Benimseyen adam ancak, maaş için, vatanı,
Kızarmıyor o surat hiç, sıvansa elle, kanı!
Muhabbet-i vatan ancak geçinme âlemidir,
Dilinde davet-i düşmen ki vird-i mahremidir:
Temerküz etmemiş asla o dilde hubb-ı vatan
Sorulsa ceddi de mutlak vezir-i âlîşan!
Nasıl temerküz eder ki o şive-i suni
Kalemde kopye edilmiş riyaların nev’i.
Bu bî-hâyâ beyefendi bileydi kendisini
Akort ederdi Rübâb-ı Şîkeste’ye sesini.
Bu Fikret’e yanar âlem, fakir ise, kızarım,
Muhiti anlamamıştır, o bî-kese kızarım.
Vefatına sebebiyyet veren şu hal-i vatan,
Fakat bu hâli tedaviye yeltenir insan.
Bu inkıhara da çare budur ki tnerd-i metin,
Merdi fikrini bir yolla millete telkin.
Dehayı, fikri el altından oynatır ehli,
Budur siyaset-i şahsiyenin asıl temeli
Bu hizmeti yapamazdı, kalın gelirdi ona,
O Aşiyan’ı feda güççedir vatan yoluna.
O benden önce bilirdi Tolostoy oğlumuzu,
Öğürdü, kustu, çıkardı, o nur gibi domuzu.
Onun vekarım öldürdü gayz-ı Emrullah,
Gömüldü kendi de ardınca sad hezâr eyvah!
Onun vefatına vallahi ağlayanları ben,
Güler de benzetirim nam u ruhuna rehzen.
Hayat-ı aşka kıyılmaz irade-i har için,
Şikeste olduğu anda Rübâb’ı sustu Tanin.
Elimde bak koca pîrin… gibi kamışı;
Yapar eşekleri insan, teranedir bu aşı.
Girer huzur ile kerhaneye, harabata,
Çıkar sürür ile ta sidre-i semavata!
O noktada biraz inler küşâd olur deycûr,
Gelir ayağına hîçî, elinde bade-i nûr!
Bir ıstıfa-yı müebbed içinde vahdetle,
Kalır nedime-i ruhu peri-i sanatle.
Bedayiin görülür bestekar-ı ilhamı,
Şiirle raks eder aşkın peri-i âlâmı.
Dehaya ait o âlemde emf-i teşrifat;
Nedir bu ka’r-ı serâir, nedir bu umk-ı hayat?
Vücud, hâk-i mezellette, dil semalarda,
Pür-inşirah seyahat eder fezalarda.
Sen ey Azâb-ı Mukaddes, hayal-i Mevlânâ,
Senin mi söyle, senin mi bu kişver-i mana?
Bu iltifat-ı kadimin nigâh-ı hayrettir;
Vücud-ı marifetin, kıblegâh-ı vahdettir.
Serâir-i azametle dolan şu köhne serim,
Ne var içinde ki arşı, zemin-i fikr ederim?
Urücu velyeden efkâr içinde kavs-i nüzul,
Bu sânihâtı saçar, ben de kayd ile meşgul.
Hülasa: Ben değilim o cihan-ı râz-ı gezen,
Nühüfte perde-i nâyın içindeki Neyzen.