Tam otuz yıl bu görünmez, bu bilinmez emelin,
Yanmışını kahrına bu mübheme-i muhteremin.
Gizlenip sinesine leyl-i rebâb-ı ademin
Bir ömür inlemişim fecr-i gamında nagemin,
Serseri neşveleri gönlüme, sahbâ-yı Cem’in
Ruh-ı ithafı gelirdi ezeli bir kalemin!
Aşinalık aradım duyguda, bilmem kelimât,
Laubali periler sinesi mirât-ı hayat,
Ruh-ı esrar-ı esatire karıştıkça memat,
Handeler haykırarak aşkıma, derdi, heyhat,
Duymalıydın bunu sen etmeden önce ispat,
İşte gördün ya ölüm şulesi fanus-ı gamın!
Bak terennüm ediyor cevvini âsâr-ı hayal,
Serpiyor her güneşin kalbime bin reng-ı melal,
Gönlümün bade-i hicranı gibi ruh-ı leyal,
Gezer ıssızlığını hislerimin bî-per ü bâl,
Kendini bilmeyerek bir yere eyler isal,
İşte gönlüm, orası makesidir her sitemin!
Serserilik yaşatır sevdiğini hatırada,
Yerde, gökte, balo, eğlence, denizde, karada.
Sırr-ı sevdayı şikâf etmek için bir arada
Atmışız kendimizi arza efendim, burada
İş ne davada, ne kavgada, ne de yaygarada;
Bu irâdet bize ferman-ı nukuşı kıdemin!
Niyet-i hilkati düstur-ı tabiat bilelim,
Aşka iman ederek fırsatı cennet bilelim,
Ne şeriat, ne tarikat, ne hakikat bilelim,
Marifet, kendimizi maksad-ı vahdet bilelim,
Kurb-ı memnuası yoktur bu nihal-i İrem’in
Altı bin yıldır efendim, bu terane, bu geviş,
Şah-râh-ı dili takip edelim, ordadır iş.
Râz-ı sevda-yı nihan hiç olunur mu teftiş?
Edelim hikmet-i ibdâını aşkın derpiş,
Ayrılık hâilesi etmeden önce tedhiş;
Bir düşün gâyesini ömr-i şebabın, hıremin.