Sen ey muhit-i mülevves sen ey hadid-i fesad,
Sen ey nifak u şikakıyle melanet-abâd.
Sen ey yegâne belası maarifin, hünerin,
Adüw-i fahrîsi sensin efâzıl-ı beşerin!
Senin riyâh-ı nesimin mefâsid-i iğvâ,
Çeker felaketini nev-i Âdem ü Havva.
Suyun fusûk u fiten menbaı, soyunda liâm,
Sokaklarında gezen piçlerinde naz u hıram.
Kiminde turra-i zerrin, kiminde çeşm-i kebûd,
Kiminde gerden-i sîmîn, nigâh-ı aşk-alûd,
İpekli burkanın altında nefs-i emmare,
Koşar sevâid ü sine güşâde ağyare.
Bir irtiâş-ı harîsâne leblerinde uçar,
Sokak sokak dolaşır her leıme damen açar.
Nişanlısı, kocası kan içinde serhadde,
Bunun sahâif-i âmâli fuhşe müsvedde.
Kulaklarında uğultu, nasihati, pendi,
Duyar mı hiç, “Kadının fendi erkeği yendi®”
Bu mahz-t hikmeti talim eden haminninesi,
Yılışması, bakışı tıpkı kendi ananesi.
Bu yolda hıfzolunurmuş hukuku nisvâmn,
Açıldı dide-i idraki yâr-i cananın.
Serildi hâk-i maarifte damen-i namus,
Kırıldı leyl-i terakkide şişe-i fanus.
Döküldü jale gibi berk-i gonca-i ikbal,
Açıldı lale gibi ümmehât-ı istikbal.
Göründü dide-i huffaşa levha-i hurşid,
Büründü leyle-i zalmaya âftâb-ı ümid.
Bahar-ı şehvete serv-i revan olan şıklar,
Hele bıyıklı sakallı şu kahpe kancıklar…
Resim, şiir edebiyat, musikiyle spor,
Tiyatro, kotra, lisan, her şeyi bilir unutur.
Ocaklıdır, asabidir, uçar gibi görünür.
Bizans’ta sanki kanatlı karıncalar sürünür.
Vatan giderse ne varmış, yeter ona futbol,
Geçindirir beyi elbette şanlı İstanbul.
Meta’ sük-ı cehalet, bu kütle-i meşum,
Ne fikr-i mazi ü ati ne hâl-i nâmalum.
Akar gider doludizgin bu nehr-i fısk u fücıır.
Köpüklü dalgalan hep birer ukab-ı akur.
Çakar sahâib-i ufkunda râ’d-i izmihlal,
Döner başında bela-yı muhaceretle zeval.
Yine bu hizb-i zelilin vazifesinde değil,
Bu kavme has bu haslet ki halli pek müşkil.
Sen ey arûse-i fettanı âlemin, kürenin,
Gezer mesirelerinde hayali Sent İrerim.
Sufûf-ı tayf-ı hurâfâta kal’a, her surun,
Peri-i hudaya me’men cibal-i mağrurun.
Tahayyülâtı esatire bahrin ayine,
Kapında imparatorlar ki abd-i dirine.
Tebessümün nice bin hükümranı aldattı,
Zehirli sine-i kahrında çok emel yattı.
Menâzırırıdaki eşvâka tül olan âfâk,
Saçar mezâhim-i hunîn ile cihana nifak.
Senin o semli nigâhın zehirli handelerin,
Sadakatinle mükellef yeminli bendelerin,
Ayırdı kardaşı kardaştan, oğulunu babadan,
Senin o pençe-i zulmün, gönülleri kanatan.
Nedime-i hevesâtın ki nefs-i enımare,
O kahpeye tutulan halka olmamış çare.
Riya u kizb ile fitne, nifak u bî-şermî,
Sefahete veriyor fuhş u cehl ile germi.
Cidar-ı kasr u sarayın eder bunu ibraz,
Bütün fecâyie masdar, şenâyie maraz.
Fevâhişe yuva oldu kafesli hanelerin,
Alıştı gözleri her şeye maderin, pederin.
Birer mezâbih-i iffet devâir-i aklâm,
Erir önünde şenaatle ismet-i eytam.
Bütün hazine-i devlet erâzile me’kel,
Asar, keser, sürer – onlarca ülke bir maktel.
Bakınca Meclis-i Millîye bir de Âyâna,
İçinde çifte atanlarla döndü Nallıhan’a.
Oyuncak oldu elinde iaşe muhtekirin,
Akar bugün kasasından sirişk ile kan, irirı.
Yazık değil mi bu millet ezilsin, incinsin?
Ahalinin başına günde bin bela insin.
Deyen o herze vekilân ki hırs ile daha dün,
Öperdi bin kapının âstânını gece, gün.
Cerâidin açınız da bakın sahâifine,
O maskeli çetenin hainiyle hâifine
Ne oldu anlamadım ben, hemen nasıl döndü,
O nur-ı şevk u hamiyyet ne çarçabuk söndü?
Vatan deyip sarılanlar zehirli gerdenine,
Şifa deyip sarılanlar zulüm kokan tenine,
Zamana lanet okuttu cihanı incitti,
Muvafakatla teellüf nasıl olup bitti!
Hakikate eden isyan yalancı matbuat,
Bu halka rehber olan şu e’râzile, heyhat,
Sırâc-ı nur-ı saadet deyip de aldandık,
Ki on birinci yıl oldu, cayır cayır yandık.
Nedir bu şendeki sihr-i füsun ü izmihlal,
Bu işlere mütehayyir nigâh-ı rûz u leyal.
Cihanı tuttu mutalsam nigâh-ı efsunun,
Lisan-ı millete vurdu kelepçe kanunun.
Cihâd-ı ekber’i açtı kel onbaşı derhal,
Aduya meydan okundu, yenilmek emr-i muhal!
Güvendiği dağa karlar yağınca mert Enver,
Cemal’i Talat’ı aldı bu yerden etti sefer!
Bu kârvân-ı vegaya Topal eşekle giren,
Bulur mu kendine bilmem Çolak’ta bir me’men?
Göründü hasılı harbin ziyanlı, kanlı sonu,
Prusya’nın harekâtında Kayser’ln oyunu.
Dönek o zübbe-ki Enver görünce ikbali,
Tebeddül eyledi efkârı, kavli, ef’ali.
Makasıdı bu harisin yegâne servetmiş,
Vücûd-ı devlete girmiş muzır bir illetmiş.
Vekil-i millet olan şu güruh-ı mebûsan,
Dururdu piş-i hıyanette sâmit ü handan.
Düşün şu zümreyi bir kerre var mı vicdanı?
Huda’ya, Kabe’ye, Kurân’a var mı imanı?
Evet, bu şerzimedir şirket-i cinâiyye,
Ezildi gitti bu elle hukuk-ı milliyye.
Sen ey selâsil-i gafletle bağlanan evlat,
Halas ’ına acaba var mı sende istidat?
Tamam bin üç yüz otuz beşte Kâbe’nin tekrar
Zulümle hedmine kalkıştı Ebrehe-J küffar.
Musallat oldu ebabil o kavmi etti zelil,
Buna deîiî ile burhan meali Sure-i Fil.
Medine’ye edilen zulüm için şu söz kâfi,
Asıldı Ravzâ-i pâkin önünde eşrafı.
Tutunca danıen-i sadâtı kanlı tırnaklar,
Yetişti seyf-i İlahi ezildi alçaklar.
Arah o “kavm-ı necib” oldu cümleden dilgîr,
Muhibb-î Âl-i Nebi m iş Acem görüldü hakir.
Yüründü üstüne toplarla Kürd’ün, Arnavud’un,
Ne Rum, ne Ermeni kalmıştır olmadık dilhün.
Hülasa cümle anasır bozuldu ser-ta-pâ
Pişirdi Türk Ocağı’nda hamursuzu Musa.
Nifak u tefrika düştükçe beynine millet,
Girişti birbirine kalktı ortadan hürmet
Bu devletin ki cenaze namazına niyet,
Eden bu zümre-i fâsık bu kani; Cemiyet,
Mezarını vatanın dişleriyle kazmıştır,
Kitab-ı mahvını kirli eliyle yazmıştır.