Zat-ı sultan-ı beka, yani meânî hüsrevî,
Saz ve söz ahengin etmiş aşka burhan-ı kavi.
Ben ezel sermestiyim, meydanım arş-ı müstevî,
Aksedince gönlüme şems-i hakikat Pertevî
Meyde Bektaşî göründüm neyde oldum Mevlevî.
Nurı hüsnün, nâr-ı aşkın şemine pervane var,
Ömrümü vakfeyledim, birdir bana mehd ü mezar
Varsa kalmış sırr-ı hilkatten yegâne yadigâr
İşve-i ney, neşve-i mey etti gönlümde karar
Gûş edince bezm-i vahdette rumuz-ı Bişnevî.
Hubb-ı Haydar bu tarikin hem sonu, hem başıdır
Cavidan ü Mesnevî, misbah-ı şule-pâşıdır
Suret-i manada Hîinkâreyn sır kardaşıdır,
Meşrebim Molla-yı Rumî, mezhebim Bektaşîdir,
Ta ezelden yandı dilde bu çerağ-ı manevi.
Rişte-i ömrüm rebab-ı cismimin evtarıdır,
Her rek-i can perde dest-i hecr, bestegârıdır,
Zahm-ı sinem laledir gözyaşlarını enhârıdır,
Hamse-i Âl-i Abâ esrarının gülzarıdır,
Bu iki nurun tecellası ile gönlüm evi.
Olmadım meftunu malın, rütbenin, sim ü zerin.
Zevki, şevki neyle meydir rind-i azade-serin
Dest-i cü dundan çekip kallaviyi Peygamber’in
Mazhar oldun feyzine Neyzen Cenab-ı Hay der’in,
Kilk-i irfan-ı beyanın yazdı bu şi’r-i nevî.
1915