Uzanmış uyumuştu Boaz, iş yorgunu;
Bütün gün didinmiş durmuştu harmanında;
Sonra serip her günkü yere yatağını
Uyumuştu Boaz, ölçeklerin yanında.
Epeyce tarlası vardı bu ihtiyarın;
Zengindi, ama hakkı hukuku bilirdi;
Rengi saftı değirmenindeki suların;
Cehennem odu değildi ocağındaki.
Gümüş sakalı Nisan çayına benzerdi;
Ne hasisti, ne de haset vardı içinde;
“Mahsustan düşürün de toplasınlar,» derdi
Ekin devşiren fakir kadınlar görünce.
Hiçbir vakit ayrılmamıştı doğru yoldan;
Fukara babasıydı, gönlü pek ganiydi;
Beyaz harmanisi kadar temiz bir vicdan.
Halka açık ambarları sebil gibiydi.
Babacandı, yakınlarına sıdkı vardı;
İşini bilirdi, eli açık olsa da;
Kadınlar gençlerden çok ona bakarlardı;
Gençler güzel ama olgunun hali başka.
O ki asıına dönmekte olan kişidir,
Geçer yalan dünyadan ebedî dünyaya;
Gencin gözündeki ihtiras ateşidir,
İhtiyarınkinde başka bir nur, bir ziya.
İşte böyle uyuyordu Boaz, gecede,
Ekin tınazları birer mâbede benzer;
Rençberler, üçer beşer, hepsi bir köşede;
Eski zamanlar, eski günlerdi o günler.
İsraillilerin başında bir hakim vardı;
Ömrü çadırlarda geçen adam, toprakta
Devlerin ayak izini görür, korkardı;
Toprak tufan sularıyla ıslaktı hâlâ.
Uyuyordu Boaz, Yakub’un, Yahuda’nın
Uyuduğu gibi, dalla örtülü üstü;
Birdenbire başı üzerinde, semanın
Aralanan kapısından, bir rüya gördü.
Bu rüyada Boaz’ın karnından bir meşe
Çıkıp ta mavi göklere yükseliyordu.
Bu bir nesildi, uzun bir zincir halinde;
Bir kıral doğuyor, bir tanrı ölüyordu.
Ve Boaz şöylece mırıldandı içinden:
“Ben nasıl olur da bu nesle baş olurum?
İhtiyarım; aşağı yukarı yaş seksen;
Ne bir karım var dünyada, ne de bir oğlum.
“Yıllarca koynumda yatan kadın, ey Tanrım
Benim evimdeydi senin evine gitti;
Gitti ama gene beraber sayılırım;
O yarı canlı, bense yarı ölü şimdi.
«Benden bir nesil doğacak! Nasıl olur bu?
Nasıl olur da benim çocuklarım olur?
Genç olsam neyse, çünkü insan genç oldu mu
Geceden sıyrılan gün zaferle doludur.
«İhtiyarım, hazan yaprağı gibi kuru;
Karım yok, yalnızım, bir ayağım çukurda;
Belim bükülmüş, Tanrım, mezarıma doğru,
Nasıl eğilirse suya, susuz bir boğa.»
Böyle söylüyordu rüyada, vecd içinde;
Boaz, uykulu gözleri önünde Tanrı.
Ne bilsin çınar gül açtığını dibinde?
Onun da ayak ucunda bir kadın vardı.
O öyle uyurken Rut, Moab’lı bir kadın,
Ayak ucuna uzanmıştı, göğsü üryan;
Kimbilir ne hayr umuyordu bu adamın,
Büyük nuru getirecek uyanışından.
Ne Boaz’ın bu kadından haberi vardı,
Ne de Rut biliyordu Allah’ın emrini.
Etrafı otların hafif kokusu sardı,
Bu fısıltı dalgası Galgala şehrini.
Muhteşem bir zifafa hazırlıktı gece.
Herhalde görünmez melekler uçuyordu;
Çünkü havadan arasıra ve gizlice
Kanada benzer mavi şeyler geçiyordu.
Boaz’ın nefesi yosunlar üzerinden
Akan suların sesine karışıyordu.
En güzeliydi dünyanın mevsimlerinden;
Tepelerde beyaz zambaklar açıyordu.
Rut dalgındı, Boaz uykuda, otlar kara;
Bir nabızdı sürülerin çıngırak sesi;
Gökten geniş bir rahmet iniyordu arza;
Arslanların suya gittiği saatlerdi.
Jerimadeth ve Urida her şey rahat, sakin;
Loş semada yıldızlar yanıp sönüyordu;
Karanlığın çiçekleri içinde narin
Bir hilal parlıyor ve Rut düşünüyordu.
Hareketsiz bakıp duvağının altından;
Hangi Tanrı, ebedi yazın hasadında,
Giderken fırlatmış atmıştı bu altından
Orağı bu yıldız dolu gök tarlasına?
Bunları da Okuyun
Boaz Uykuda Şiiri – Victor Hugo
By Victor Hugo