Bunları da Okuyun

    Şu Yalan Dünyaya (Dahi Ne) Şiiri – Pir Sultan Abdal

    29 Aralık 2021

    Uykudan Uyanmış 2 Şiiri – Erzurumlu Emrah

    29 Aralık 2021

    Halil Usta Şiiri – Ahmet Selçuk İlkan

    28 Aralık 2021

    Dost Şiiri – Behçet Necatigil

    29 Aralık 2021

    Çok Sevdim Bir Zamanlar, Seviyorum Yine de Şiiri – Ataol Behramoğlu

    28 Aralık 2021

    Yarının Türküsü Şiiri – Hüseyin Nihal Atsız

    29 Aralık 2021

    Bakarsak Şiiri – Attila İlhan

    28 Aralık 2021

    Dîvân-ı İlâhîyât 230 Şiiri – Aziz Mahmud Hüdayi

    29 Aralık 2021

    Sone 144 Şiiri – William Shakespeare

    29 Aralık 2021

    Âgâz-ı Gazeliyyât 302 Şiiri – Agah

    29 Aralık 2021
    Facebook Twitter Instagram
    Facebook Twitter Instagram
    Şiirhane
    • Anasayfa
    • Dönemler
      • Cumhuriyet Dönemi
      • Yedi Meşaleciler
      • Fecr-i Ati Topluluğu
      • Garipçiler (1. Yeni)
      • Halk Edebiyatı
      • İkinci Yeniciler
      • Milli Edebiyat
      • Öz (Saf) Şiir Dönemi
      • Tanzimat Edebiyatı (1. Dönem)
      • Tanzimat Edebiyatı (2. Dönem)
      • Tekke ve Tasavvuf Edebiyatı
      • Toplumcu Gerçekçi Şiir Dönemi
      • Servet-i Fünun Edebiyatı
    • Yabancı Şairler
    • Rastgele Şiir
    • İletişim
    Şiirhane
    Anasayfa»Cahit Zarifoğlu»Salvo Şiiri – Cahit Zarifoğlu

    Salvo Şiiri – Cahit Zarifoğlu

    Cahit Zarifoğlu- Cahit Zarifoğlu
    Telegram VKontakte Facebook Twitter Pinterest LinkedIn Tumblr Email WhatsApp
    Paylaşın
    Facebook Twitter LinkedIn Pinterest Email

    Kanama dolabını taşır gibi gidiyorsun
    Atların uyuşukluğu kimlerin vuruştuğu yerde
    zaman bir nalbant gibi boğuk elleriyle
    ovuyor çünkü uğultu çıkaran başlarınızı

    Birinci ikinci ve dördüncü katları
    dizleri tik çeken bacakları
    örten masalarıyla
    bir jest alıp bir cümle götüren
    sağdaki gölgeden soldakine uzanan sahrayı
    işaretleyen ve böylece
    canlı duran elleri ögüten
    uğunan bedenleri çoğaltan aynalarıyla
    aslında kaynayan şehrin safrasında
    o tek başına bir şeydir

    orada hantal bilmecelerle
    geçerek sualtı saçaklarını
    ağrıtan durmadan kavrayıp
    ikili altılı cam kenerlarını
    çeker toprak çeker gibi üstümüze
    Örneğin her gün gecekinin aynısı acaip kollar
    sarıp sarmalayınca bizi
    gözlerimize serilip akrep bezleri
    göğüs boşluğumuzda evren bezleri
    her noktasında ayağa kalkmanın bütün çeşitleri
    bir bir susar
    her el bir perde açar alnımıza
    aslında o saklı anda
    saklı kadınlar saklanır beynimize
    yalnız hakkımızı biz orada azarladık
    Orada çiğan kuşları gibi
    kavuran ateşin içindeki zaman
    katılır da aramıza
    ve durmaz aramızda da
    gider severek
    okşar düşman gibi
    kuşu söyleyen çocukların
    ve zalim anılan
    tekrarlanan çocuğun da seçtiği sokakları

    santrançlar sağ köşede şah
    damalar damla damla
    ev ev
    ve balıkçı kadın rampalarında
    ağır yürüyüşlü adamların kafalarını
    testereye yakın mıntıkada
    ve durgun maytap ırmağında

    bilen gözün görün dünyanın görmediği
    en yaşlı ve genç oyun kağıtları
    göğe gidip gökten gelen
    ölümlü yağmur gibi
    vurgun oyuk benliklerin
    karşı bakışlarda delinmiş
    denenmiş bileklerinde

    Bir şeklin karşılıklı oturma bölümündeyiz
    Hep böyle durur yaşlanıp ağlayışımızın
    Gözevlerine kurulan sırat eğrisi
    ve uzun çubuklarımızın
    ve önümüzde uyuyan çocukların
    hiç çıkmayan
    ve çıkıp solumak için yeryüzeyine
    karanlık eve giremeyen
    yarısı bizde duran çocukların
    içimizdeki şehvet düzeyinde
    ‘istisnai’ bir kadın

    tam sağlanmış olarak
    boğazkesen saatlerindeki çağrıları
    dolu duran iliklerinden derleyip
    kısrağı bütünler gibi
    önümüzde açışan
    sürtünüp tutuşan suları
    erkeğin gerektirdiği kadar
    kadın onu doğurmuş olarak
    uzaktan toplantılardan çağırınca
    uçuca yaşayan ayları
    duman alan bozguna katılan gözlerimizle
    göreceğimiz kadar
    aç dedirtti ağzımıza
    içimizdeki itimiz
    aç dedik bütün sancılarını
    önce dizlerine kadar fildişi
    ayakları

    Anlayın bizim de güzelliğimizi
    bizim balık yiyip ölen
    kelimeyi çatlatan güzelliğimizi
    aklından açılıp kadının
    bizi kemiren yüzünün güzel terkisinde
    allahın ağır açılan
    geniş sofralı odalarında
    bir bir dünya namına
    seferber eder sevgilerini

    neler yapıyor artık
    sen birşey yapıyordun ya
    uvuuğ
    uvuuuğ
    uvuuuuğ

    çıkar bir yöne insan sıkletini
    diğer alanda filozof…
    tek başına bir şeydir
    savunur çoktan ağryan ağzını

    Yuvarlak ağır atılan imkansızlıkları
    cümleden cümleye şeklin ötesine
    trampet çalan alan göz hücrelerinde
    en genci öne atılan meydan çağıran
    havzasız sabah gibi
    ayıkları çıkarır sözlerini
    kızıl sarı yeşil mor renklerine
    batırır gittikçe taşolan kaynaklarını
    ağızdaki namluya sürülen kelime haçlarını

    sen saçaklanıyordun
    elinden çıktığın dehlizin küçüklük kadınına
    gümüş giysiler önünde
    bir de göğe dayanan yanan ay önünde
    doğu’yu yaya gerince
    inanç terazili hazret gözleriyle
    şerbet veriyordu okunan şekerden veriyordu
    el veriyordu

    şimdi ağırlaşan sağılan hak dolu çehrende
    buhran bıçak yarası
    marşlara çabuk şarkılara
    eşitlenen geçmişinin
    kalifiye insanı kök sürüyor
    zorlayıp değiyor uzay hayvanına
    ben kanlı insan gibi
    arta kalan çiçeklerden
    kaçırıyorum camlara yayılan can sıcağını
    aramızda
    kumaşlarımızın yaşayan koyunlar

    kaçırılan kurtlar yüksekliğinde
    sürdüğü bedenlerdenn
    ölümün arkasını bize
    önünü duvara dönüp
    küskün
    mümkün bir deniz gibi
    aramızdaki arkadaşımız alıngan ölümün
    sırtı duvarları kaplayan
    yüzü aynaları
    masaları gerekli kapıları
    yirmilik insan kalıplarını
    doğum gecesi haklıyan
    bakışı
    karşı bakışları hesaplayan çocuğuna
    ince tezgahlı günahları
    az az içiriyor
    bir garson – çıldır çıldır -emekle
    içinde kaşık duran
    içinde çay duran
    yanında şeker duran
    içinde baradak duran
    elinde tabak duran eliyle
    garson ölümden gelen haberle

    – ağrıyan ağrıdıkça sahnesi –
    orada bir adam
    garsona çay yalvarıyor
    anlatın benim de güzelliğimi
    negatif üzerine beyaz basın
    görün içimden ayrılan köleliğimi
    oraya
    balığın ağzındaki dünyalar şarhoşuna
    öne sürüp benim adımla
    insan üreten iklimleri

    hamamda kadınların sancılanıp
    hamamları aydınlatan kadınların
    yalvardıkları tanrılar gibi
    bağışlayın benim de güzelliğimi

    kutlayın alçak aynalar
    bazen duygulu duran
    beyaz şeker tanelerini
    kör de olsa gün doğarken
    akvaryum ağlarken
    yalnız o anlaşıldı bizlerden

    geçerek ocağı taşıran
    su basan sabahı
    yanmaz ateşleriyle
    önemmli saattir geçilmez şarkılarında
    kumlarda yüzlerin eğrildiği
    sıkışıp iki etin
    kıskançlığa gelindiği evlerinde
    balıkların toplanıp yendiği
    kemiklerinin düz bir kasabada
    köylü ayaklarına değdiği
    şapkalarının hafifçe öne eğildiği
    büyük akvaryum sabahlamasında
    domuz tanelerini ineklerin beygir kırıntılarının
    bir süre okşanan ağrılarıyla
    sevince fırlayan kelime tüketen
    birbirine mıhlanan dişli ağızlarıyla
    – garson bir süt çayı daha

    tavanda cenkeden tek seste
    tabakların nakışlarıyla
    hazreti isa toplantılarından ayrılan
    ilk muhammed lengerinin
    başında zenci evlatlarının
    çekilip gözlerine yerleşen
    dalgalanan etraflarında
    can çağıran evren kişilerinin
    başlarının bütün kaynamalarında
    selamını ezraile muhsus çakan
    allahı yalnız kuşanan
    ağır yere yerden ağır alınan bedenlerin
    görmediğimiz hafif canlarını
    derhal acele edenlerin ardından
    külahını ağzına sürmeleyip
    hassas o gök işçiliğinde
    denizin yan gelip
    bazen eteğini toplamadan atladığı
    kesilen yürek uzantılarının
    ötesinde çukur

    kızgın kırmızı bacaklı kadın vardır
    rüzgarlı anların tranvay altında
    yerinden oynayan gözünü
    bütün sivri demirlere çarpa çarpa
    düşleyip el koyduğu
    bütün akvaryum duraklarındaki masalara
    saldıran dirseklerin
    sinir uçlarında başlayıp
    aka aka yorulan ırmakların dikine duran ırmakların
    etin ve her çeşit kemiğin
    en içlerine yorgun taakalarla
    inip yüreklendiği gıcırdadığı tarhlarda
    diz dize değen kahramanları
    cihan garsonları da
    hep yakınında dururlar
    kızgın
    kırmızı bacaklı kadının

    uzun bacaklı leylek içimizde genç açar
    uzun uçuşlu kanatlarının altında
    hangar dolusu donmuş alçının
    içinde hışırdar başımız

    salgın duvarlar
    iç içe geçen vücutlar
    büyülü bir gecenin
    karanlığa bitişik ışığında
    ışıklı varlık sıçramasında
    bellekten kendini kaçıran anlıklarını
    hatırlamaya koşarlar
    durgun benlikler kanaması duran suratlar
    susuşan etler tortu hücreler
    ağzın mağarasında
    tek başına kıpırdayan
    canlı dil hayvanında
    ismini bulup çıkarmaya
    adını koymaya saldıran
    zehir uçları sancılar

    Cahit Zarifoğlu şiirleri Salvo Şiiri - Cahit Zarifoğlu Salvo Şiiri - Cahit Zarifoğlu şiiri
    Paylaşın Telegram VKontakte Facebook Twitter Tumblr WhatsApp

    Yazarın Diğer Şiirleri

    Yaşamak Güzel Şiiri – Cahit Zarifoğlu

    Su Şiiri – Cahit Zarifoğlu

    Yaşamak Şiiri – Cahit Zarifoğlu

    Şehriyar Şiiri – Cahit Zarifoğlu

    Sevgili Dostum Şiiri – Cahit Zarifoğlu

    Uzak Şiiri – Cahit Zarifoğlu

    Bunları da Okuyun

    Doğduğum Köy Şiiri – Abdullah Tukay

    29 Aralık 2021

    Yangın Var Şiiri – Can Yücel

    28 Aralık 2021

    Mihriban(aşk) Şiiri – Abdurrahim Karakoç

    28 Aralık 2021

    Küller Şiiri – Ahmet Ada

    29 Aralık 2021
    Bizi Takip Edin
    • Facebook
    • Twitter
    • Instagram
    Çok Okunanlar
    Akgün Akova

    Mine Şiiri – Akgün Akova

    Akgün Akova

    bir ipliğin üstünden aldım seni kopmuştun sökmüştün beyaz kelebeklerini karanlık bulutlarla uçmuştunbir iğnenin ucundan aldım…

    Leyla Köşesi Şiiri – Sezai Karakoç

    29 Aralık 2021

    Gerçek Şiiri – Cahit Sıtkı Tarancı

    29 Aralık 2021

    Karanfiller Ve İnsanın Huyu Şiiri – Ali Cengizkan

    29 Aralık 2021
    Hakkımızda
    Hakkımızda

    Şiirsiz kalmayın!

    İletişim: [email protected]

    Şiirler

    Halil Usta Şiiri – Ahmet Selçuk İlkan

    28 Aralık 2021

    Durup Dururken Şiiri – Nazım Hikmet Ran

    20 Mart 2022

    Hazân Şiiri – Ahmet Haşim

    10 Eylül 2025
    Etiketler
    Aziz Mahmud Hüdayi şiirleri Karacaoğlan şiirleri Necip Fazıl Kısakürek şiirleri Ruhsati şiirleri Pir Sultan Abdal şiirleri Ahmet Selçuk İlkan şiirleri Abdurrahim Karakoç şiirleri Agah şiirleri
    Facebook Twitter Instagram
    • Anasayfa
    • İletişim
    © 2025 Şiirhane.
    Tüm hakları edebiyatın birbirinden kıymetli şairlerine aittir.

    Aradığınız şair veya şiirden birkaç kelime yazın.