ön balkonda oturmuş
konuşuyorlardı:
hemingway, faulkner, t.s. elliot,
ezra pound, hamsun, wally stevens,
e.e. cummings ve birkaçı daha.
“baksana” dedi annem “şunları
susturamaz mısın? ”
“hayır,” dedim.
“boş konuşuyorlar,” dedi
babam, “kendilerine iş bulsalar
iyi ederler.”
“işleri var
onların,” dedim.
“bok var,” dedi
babam.
“kesinlikle,”
dedim.
faulkner girdi içeri
sendeleyerek
dolapta bir şişe viski buldu
ve sendeleyerek çıktı.
“korkunç bir insan,” dedi
annem.
sonra kalkıp
balkonu gözetledi.
“bir de kadın var aralarında,” dedi, “ama
daha çok erkeğe benziyor.”
“gertrude o,”
dedim.
“kasılıp duran biri var
bir de,” dedi, “üç kişiyi birden
marizleyebileceğini söylüyor.”
“o ernie,” dedim.
“ve sen,” dedi babam, “onlar gibi
olmak istiyorsun, öyle mi? ”
“onlar gibi değil,” dedim, “onlardan
biri.”
“lanet bir iş bulacaksın
kendine, anladın mı? ”
“kapa çeneni,” dedim.
“ne? ”
“’kapa çeneni’dedim, bu adamları
dinliyorum.”
babam karısına baktı:
“bundan böyle
oğlum yok benim! ”
“umarım,” dedi annem.
faulkner sendeleyerek girdi içeri
yine.
“telefon nerde? ” diye sordu.
“n’apıcan telefonu? ” dedi
babam.
“biraz önce ernie çifteyle beynini
dağıttı,” dedi.
“gördün mü bu adamların başına
ne geldiğini? ” diye bağırdı
babam.
yerimden
yavaşça kalkıp
bill’e telefonun yerini
gösterdim.