Bağışlanmaz o savaşın ham meyvesiydim
Pelte kılındım aşkın taş plaklarında
Oysa cesur çocuktum, sever miydim dokunmadan
Dokunduğum her tende sevince boğuldum
Güzel oldum, dünya güzeldi, yakıştım alevlerin rengine
Nasıl olsa dünya
İnsanların ortak malı değil miydi.
İndim güneye pussuz ve berrak kıyıda
Tam dört gün yorgun bedenimi dinledim
İlk kez duydum söylenirken bir yurtsuz insana
Mülkü elde tutanlar bizden gayrıdırlar dendiğini
Meğer ben Roma’da kolonların dibinde bir yerdeymişim
Sicil tutan kayda geçmemiş tahammül mülkümü
Çıplak asılışıma fetva veren kadılar ve tekfurlara
Sıkı basın gırtlağıma, yumuşak kibarlardan değilim
diyen ben taşra çakalı
bir zaman diliminde dağlara yangın ekermişim.
Beni koyunlar yemiş, susmuşum
Unutmayı da başarsam
benimle yaşar, benimle ölürmüş köleliğim.
Doğrulup sordum yeryüzünü
Bulutlar dediler, hüzün yüklüdür gurub vakti
Anladım bir mağarayı mekan
Üçyüz yıl uykuyu tedbir ve imkan kıldığımı.
Eprik mitilimle ulaşılabildiğim pazarda
Satılacak yalnız kemikli ellerimle kaldım.
Ben geçerken erik dalı eğildi
duydum
Kıpran dedi, kıpran ve dayan
bahar geldi.
Yanılabilirim, bu ses
kapımdan atılı buruşuk kağıda da yazılabilirdi.
Gün devrildi, bir meydana varıldı
elele sessese verildi ve yüründü
benim ve bana benzeyenler için dendi ki
Bunlar yürüyenlerin en şerri ve budalasıdırlar
Ey ehli tüccar
kepenkleri indir
barbarlar gelebilir, tufan olabilir
Ve çünkü ay bir dedi.
Toplandı şehir ahalisi hep bir ağızdan
Köleler ölülerden acıklıdır kardeşleri söyledi.