Bunları da Okuyun

    Müfredât 143 Şiiri – Aziz Mahmud Hüdayi

    29 Aralık 2021

    Gam Kasavet Çekme Şiiri – Karacaoğlan

    29 Aralık 2021

    Hakça Şiiri – Celal Vardar

    29 Aralık 2021

    İllet Şiiri – Halim Şefik Güzelson

    29 Aralık 2021

    Bir Sefilenin Hasbihali’nden Şiiri – Abdülhak Hamit Tarhan

    29 Aralık 2021

    Yâ Rab Bela-yı Aşk İle Kıl Âşîna Beni Şiiri – Fuzuli

    29 Aralık 2021

    Ellerimde Bir Göztaşı Şiiri – Can Yücel

    28 Aralık 2021

    Yalnız Sana Yazılmış Şiir Şiiri – Mehmet Ragıp Karcı

    29 Aralık 2021

    Takdim Şiiri – Mustafa İslamoğlu

    29 Aralık 2021

    Divana Kalsın (Ben De Şu Dünyaya) Şiiri – Pir Sultan Abdal

    29 Aralık 2021
    Facebook Twitter Instagram
    Facebook Twitter Instagram
    Şiirhane
    • Anasayfa
    • Dönemler
      • Cumhuriyet Dönemi
      • Yedi Meşaleciler
      • Fecr-i Ati Topluluğu
      • Garipçiler (1. Yeni)
      • Halk Edebiyatı
      • İkinci Yeniciler
      • Milli Edebiyat
      • Öz (Saf) Şiir Dönemi
      • Tanzimat Edebiyatı (1. Dönem)
      • Tanzimat Edebiyatı (2. Dönem)
      • Tekke ve Tasavvuf Edebiyatı
      • Toplumcu Gerçekçi Şiir Dönemi
      • Servet-i Fünun Edebiyatı
    • Yabancı Şairler
    • Rastgele Şiir
    • İletişim
    Şiirhane
    Anasayfa»Cahit Koytak»Gazze Risalesi Şiiri – Cahit Koytak

    Gazze Risalesi Şiiri – Cahit Koytak

    Cahit Koytak- Cahit Koytak
    Telegram VKontakte Facebook Twitter Pinterest LinkedIn Tumblr Email WhatsApp
    Paylaşın
    Facebook Twitter LinkedIn Pinterest Email

    Gazze trajedisi karşısında
    İnsanlığın vicdan yükünü neredeyse
    tek başına omuzlama cesaretini ve
    ferasetini gösteren Türkiye’nin
    yeni ‘Yeryüzü’ politikasının
    büyük mimarı ve virtüöz icracısı
    Prof. Ahmet Davutoğlu’na…

    I

    Gazzeli Yusuf, oğlum, ben yaşlı Filistin şairlerinden biri.
    şiirlerimi Türkçe yazıyor olmama bakma,
    yeryüzünün bütün öteki şairleri gibi,
    (düzeltiyorum) yeryüzünün bütün
    yufka yürekli şairleri gibi ben de
    Filistinliyim on günden beri
    ve buram buram Filistin toprağı
    kokmaya başladı birden, nasılsa,
    benim de kırk yıllık türkülerim,
    kasidelerim.

    kan, barut ve gözyaşı değil, hayır,
    kin, öfke ve intikam hissi de değil, yanlış anlama,
    tepeden tırnağa Yakup, tepeden tırnağa Yusuf,
    tepeden tırnağa Musa, İsa
    ve Muhammet’le dolup taşıyor,
    Filistin toprağı gibi, on günden beri
    benim de duygularım, düşüncelerim.

    nesnesiyle örtüşen bilgiye, hakikat,
    nesnesiyle örtüşen duyguya da sezgi
    diyorlar ya, filozoflar, Yusuf, oğlum,
    bu tanım doğruysa eğer, sezgilerim diyor ki bana,
    hiçbir bilgi, hiçbir haber,
    rüzgârın bu son on gündür şairlere
    ve hamile analara taşıdığı
    şu gökçe esin kadar hakikat olamazlar:

    evet, her gün onlarca defa katlediyor
    Filistin’de peygamber katilleri,
    her gün onlarca defa Musa’yı,
    onlarca defa İsa’yı, onlarca defa
    Muhammed’i katlediyorlar,
    ve yakıyorlar İbrahim’i, fosforlu bombalarla,
    ama yine aynı Filistin’de her gün
    ve her yerinde yeryüzünün,
    diriliyor, on günden beri
    onlardan yüzlercesi, onlardan binlercesi…

    II

    Gazzeli Yusuf, oğlum, keder de aynı dili konuşuyor
    dünyanın her yerinde,
    umut da aynı dili konuşuyor,
    tıpkı nefretin ölümün dilini,
    sevginin hayatın dilini konuşması gibi,
    tarihin her döneminde…

    ben, yeryüzünün yaşlı şairlerinden biri,
    taşların, otların, kuşların dilini
    çözmüş sanırdım kendimi.
    ama Gazzeli çocuklar üstüne
    insanların kendi diliyle konuşmaya başladığımda
    titriyor, boğuklaşıyor sesim
    ve orada bombalanan okullardan,
    yıkılan hastanelerden, yerle bir edilen
    vicdanın yıkıntıları arasından yükselen
    katıksız, falsosuz ve Gazze gibi de haklı sesini
    çıkarmakta zorlanıyorum, insan yüreğinin.
    çıkarsam da, tutturamıyorum rengini, tınısını,
    bir ucu insana, öteki tanrıya varan o sesin.
    tuttursam da, duyurmakta zorlanıyorum onu,
    yeryüzünün öteki çocuklarına.

    çünkü bakıyorum, onlardan kimi
    kulaklarına kulaklık geçirmiş,
    bilmem hangi rakçının
    özgürlüğü, demokrasiyi öven
    savaş aleyhtarı şarkılarını dinliyor.
    dinlesin, diyeceksin,
    dinlesin, güzel değil mi, iyi değil mi?

    kimi dağlarda koyun, keçi otarıyor,
    otarsın, bu da güzel, bu da iyi!
    kimi sinemada, kimi luna parkta, kimi okulda,
    kimi dileniyor sokakta,
    kimi mendil, kimi simit satıyor,
    kimi ilahi söylüyor bir tapınakta,
    pek azı bilgisayar başında,
    pek pek azı da bilgi-hüner peşinde v.b.
    bunların hepsi güzel,
    hepsi güzel ve iyi,
    oyunun, oyun olması için de gerekli.

    ama, onlar bu güzel ve olağan işleri yaparken,
    Gazze’de, sizin orada, bunların hiç birini
    hiç birini yapmanıza izin vermeyen
    çocuk katillerini, anne katillerini
    ve seni düşündükçe, oğlum,
    seni ve kardeşlerini,
    ben yeryüzünün hüzün şairi,

    sormak geliyor içimden:
    biz, bütün bir insanlık,
    ‘birleşmiş milletler’, birleşmiş mücrimler,
    cin taifesi, melek taifesi,
    şeytan ve Yüce Tanrı,
    hangi oyunu oynuyoruz bu tiyatroda,
    hangi oyunu, onlarca yıldır,
    hangi oyunu, böyle kan revan içinde?

    bu kadar bebek ölüsüyle,
    bu kadar çocuk ölüsüyle,
    bu kadar anne ölüsüyle,
    bu kadar seyirciyle
    ve bu kadar sessizlikle…

    gökleri dolduran bu sessizlikle,
    cenneti, cehennemi, ârafı,
    yerin altını, yerin üstünü
    kana boyayan bu sessizlikle
    hangi oyunu oynuyoruz,
    hangi oyunu, tekrar tekrar,
    hangi oyunu, bu cehennemde?

    III

    ben Küçük Asya’nın yaşlı şairi, Yusuf, oğlum,
    duyuramıyorum dedim ya,
    dünyanın öteki çocuklarına sesimi,
    onlara bizim mahalledekiler de dahil.
    duyuramıyorum bizimkilere de,
    dağ gibi rüyalar, çığ gibi fikirler altında
    hep iki büklüm ve soluk soluğa,
    sözün yokuşuna, sözün doruğuna
    tırmanmayı seven şiirlerimi.

    ne zaman şairce bir saflıkla,
    ‘büyük insanlık ülküsü’ diye açsam ağzımı,
    sözlerimi alıp götürüyor rüzgâr,
    ta Ademle Havva’nın,
    tanklardan, panzerlerden, insan safarilerinden uzak,
    çapuldan, misyoner endişesinden uzak,
    özgürce sevişip koklaştığı
    ve cennetin, gökte değil,
    yeryüzünde dolaştığı
    o bahtiyar günlerde, dölleyerek
    bilgi ağacının terennümleriyle sesimi,

    günümüzden yüzlerce, belki binlerce yıl öteye,
    insanlığın kanla süslü kabile yadigârlarından kurtulup,
    şu düşmez kalkmaz devleti,
    yıkılmaz kaleleri, aşılmaz kurumları,
    şanlı orduları ve süslü bayrakları
    kaf dağının öteki tarafında,
    masalların zamanında bırakıp, nihaî erginliğe,
    yeryüzü toplumuna, yeryüzü insanına
    kavuştuğu günlere savuruyor.

    yüzlerce, belki binlerce yıl, diyorum ya,
    gözünü korkutmasın, bu, senin;
    bin yıl dediğimiz süre, ebediyetin yanında
    bir gün bile değil.
    yüz yıl dediğimizse, bir günün belki
    sadece kuşluk vakti.

    ve yüz yıl ebediyete göre neyse,
    yaşlı ebediyet de,
    insanın çamuruna üflenen
    tanrısal zamana göre öyle.

    ve yıllar bana öğretti, öğrenmen gerekiyor senin de,
    büyük düşünceler, büyük planları hilkatin,
    çığ gibi yıkılmamak için başına insanlığın,
    doruğundan aşağı, dağı tekrar tekrar dolaşan
    fazla çiğnenmemiş patikalardan
    inerler yamaçlara…

    IV

    çok acı çektin, Gazzeli Yusuf, oğlum, çok acı çektin
    ve bu kadar acı için çok küçük bu ‘Filistin’.
    dünyayı iste, bütün bir yeryüzünü,
    duvarsız, tel örgüsüz, mayınsız
    ve silahsız yeryüzünü, hepimiz için,

    çok acı çektin, önce sen çığır bu türküyü!
    göğsüne yaslayıp kulağını geleceğin,
    önce sen duyur, bu yüceler yücesi ülküyü,
    bu en büyük vuruntusunu aklın ve kalbin
    ve bir amentüye dönüştür onu!

    çok acı çektin, yapabilirsin bunu,
    çok acı çektirdik sana, dönüştürebilirsin
    dokunduğun her şeyi, her şeyi som altına,
    hakkında konuştuğun ya da sustuğun
    her fikri, her tezi gökçe bir manifestoya.

    çok acı çektin, dönüştürebilirsin,
    ip atlarken, sapan atarken ya da uyurken
    beşikte, kaldırımda ya da yıkıntıların altında
    can veren kardeşlerinin dudaklarında donan kıpırtıyı
    büyük insanlık oratoryosuna.

    dönüştürebilirsin yoksulların yakarışlarını
    tanrının bütün evlerinde
    dudaklarda ve yüreklerde kopan,
    sonra dalga dalga büyüyen, yayılan
    ve tankları, panzerleri önüne katıp götüren,

    roketleri, obüsleri, havan toplarını,
    insanın beyninden, kalbinden
    ve dilinden büyük bütün silahları
    ve silah tüccarlarını, silah çetelerini,
    devletleri, kaleleri, kodesleri ve kafesleri,

    kralları, emirleri, müebbet başkanları
    önüne katıp savuran gül fırtınasına.
    dönüştürebilirsin bütün acıları,
    bütün duaları, bütün çığlıkları,
    uyuyanların üstünü örten bir gül tufanına,

    açları doyuran, küsleri barıştıran,
    evsizlere ev, yarsızlara yar olan
    yerle göğü insanın yüreğinde buluşturan
    bir gül zamanına, gül umranına,
    gül toplumuna, gül insanına.

    V

    çok acı çektin, yapabilirsin bunu,
    çok acı çektirdik sana,
    kimse hak etmiş olamaz senden daha fazla
    ve hepimizin adına,
    konuşmayı Tanrıyla da, tağutla· da!

    konuş ve razı olma daha azına,
    yeryüzünü iste, yeryüzünün bütün çocukları adına.
    konuş ve razı olma, Gazzeli Yusuf, oğlum,
    kapısına ‘Filistin Devleti’ yazılı
    yeni bir toplama kampına!

    bu ‘Devlet’ sözcüğü, ‘Bayrak’ merakı,
    haritada gördüğün, bütün o
    kanla sulanmış kemik tarlaları
    gözünü kamaştırmasın sakın,
    yolundan alıkoymasın seni!

    o mezarlık parsellerindeki otlar, dikenler,
    sınırın iki tarafından toprağa ekilen
    gencecik Yusufların,
    Yaseflerin teniyle besleniyor,
    bunu unutma!

    ve her iki taraftan ölenlerin, kucak kucağa
    uyuduğu o sınırlarda
    önlemek için kucaklaşmasını dirilerin,
    dünyanın bütün açlarını on yıl boyunca doyuracak,
    dünyadaki acıyı yarı yarıya azaltacak,

    sevgiyi üç katına, belki beş katına çıkaracak,
    karakolların yarısını tiyatroya, yarısını kafeye,
    hapishanelerin yarısını sinemaya, jimnastik haneye
    çevirmeye yetecek kaynaklar harcanıyor her yıl
    kahrolası silahlara ve ruhsatlı katillere.

    VI

    razı olma sınır çekilmesine düşlerimize!
    ne düşlerimize, ne başlarımıza,
    ne dağlarımıza, ne taşlarımıza!
    hepimizin adına sana verilmiş bir fırsat, bu,
    razı olma, içerden kuşatılmasına da
    dışardan kuşatılmasına da,
    insan ruhunun

    ve kapatılmasına bir mezar gibi
    başka ruhlara, başka hayatlara,
    başka oyunlara, başka oyunculara,
    büyük düşlere, büyük düşüncelere,
    büyük öykülere,
    büyük serüvenlere!

    ‘kurtarıcı’larından çok çekti insanoğlu,
    razı olma kurtarmasına seni kimsenin,
    razı olma, kümese çevirmelerine ruhunu
    ‘kurtarıcı ve adamları’nın,
    ‘başkan ve adamları’nın,
    ‘kral ve adamları’nın!

    doğduğun toprağı seversin, bunu anlarım…
    ölünceye kadar emzirip seni
    sonunda bağrına basan toprağı
    elbette sevmen gerekir, bu sorulur mu,
    en az ananı sevdiğin kadar hem de,
    bazen daha tutkulu,
    bunu anlarım,

    ve ananın ismetine, toprağın namusuna,
    ulusun onuruna gölge düşürmemek için de,
    elbette ölmen gerekebilir, duraksamadan;
    bu sorulur mu?

    ama, ana sevgisi,
    toprak tutkusu
    ya da ulus övüncü
    ya da bayrak saygısı… tamam, amenna!
    ama biraz gösteri, biraz tapınma!
    diyen olursa,
    ben yokum bunda!

    kutsallaştırarak örteriz çünkü,
    ve mitleştirerek,
    boşa harcadığımız değerleri.

    vatanın bütün bir yeryüzü olsun,
    Gazzeli Yusuf, oğlum,
    bayrağın da gökyüzü senin
    ve milletinse, ta Adem’den başlayarak
    atan İbrahim gibi,
    yolda onurluca yürümesini bilen
    tüm adem oğulları.

    VII

    öyleyse dönüp bakma,
    denizi yarıp geçtikten,
    ateşi yarıp geçtikten sonra,
    kutsal kalıplarla dökülmüş
    altın buzağılara,
    ipek, keten ya da pamuklu ikonlara
    ve bezden küheylanlara!

    bunca kurban verdikten sonra,
    yalnızca Filistin’i değil, dediğim gibi,
    yeryüzünü iste,
    sınırlarla bölünmemiş dünyayı,
    yerin ve göğün tamamını,
    bütün çocuklar için,
    bütün yoksullar için!

    sınırların olmadığı,
    akıldan, gönülden ve dilden başka silahın,
    gülden başka merminin
    kullanılmadığı,
    yalnızca insanın insanı sömürmediği değil,
    insanın insanı yönetmediği
    dünyayı iste!

    peygamberlerin yaptığını yap,
    alçak sesle konuş
    ve güç istemediğini söyle!

    peygamberlerin yaptığını yap,
    öleceksen uğruna özgürlüğün,
    ne kral, ne melik, ne kayser, ne satrap…
    tanrıdan başka mirasçı bırakma özgürlüğe!

    çok acı çektin, çok acı çektirdik sana
    hepimizin sınavı, bu;
    ama sen başlat bu yolculuğu!
    sen başlat, insanın önündeki
    bu en büyük yürüyüşü,
    zirveye doğru!

    ve dağı aşmak için, saldırma dağa,
    dağın çevresini dolaş,
    çiçek toplaya toplaya!

    VIII

    düş, diyecekler, peşinen bilmen iyi olur,
    hayal diyecekler,
    ütopya, diyecekler, bütün bunlara.
    herkesi dinle sonuna kadar,
    ama dinlediğinle kalma,
    devam et düş kurmaya.

    önce alay konusu,
    sonra köyün delisi,
    sonra günah keçisi
    olsan da aldırma,
    devam et düş kurmaya.

    düşlerini gece uykuda görenler
    gündüzün unuturlar onları;
    düşlerini gündüzün kuranlara gelince,
    korkulur onlardan·,
    kendini söküp yeniden yapmasını bilen
    işte böyleleridir,
    ve dünyayı değiştirmesini…

    insanlık, düşlerin iyisini önüne,
    kötüsünü arkasına alarak
    yol alıyor düşlerin en büyüğüne,
    en gerçeğine doğru.

    herkesin iyiliği için büyük
    ve yüksek şeyler tasarlayan
    bir çırak, bir kalfa·
    çıkarmak için üflemedi mi
    kara balçığa,
    kendi ruhundan, Yüce Sanatçı?

    üfledi ve iyi düşler göre göre büyüdü,
    o ilk müteal hücre.
    büyüdü, bölündü
    ve bölüne bölüne
    cennete sığmayacak kadar çoğaldı.

    çoğaldı ve akıllandı,
    daha dipsiz düşler için
    inerken yeryüzüne.

    IX

    silah kimin elinde olursa olsun, sonuçta
    ölümü alıp satanların gücünü artırıyor.
    yararı yok, bir daha, bir daha denemenin,
    büyük aklın, arkasında bıraktığı yolları,
    hurdalığa attığı küçük akılları,
    çürük hamleleri!

    en etkili savunma, sözgelimi,
    saldırmak, der, sorsanız, bir silah tüccarına.
    ne kadar tutarlı ve ne kadar akıllıca!

    oysa, napalm ya da atom silahıyla yarışmak
    sığmayacağına göre, ne insan onuruna,
    ne yerin hukukuna, ne göğün töresine,
    silahlardan arınmak değil midir,
    en insanca savunma
    ve bu yarışa zorlamak dostu da, düşmanı da?

    hakikat gibi çıplak, cesur
    ve samimi olmak yani,
    hem barışma niyetinde,
    hem barış çabasında!

    bu durumda da insan ölebilir, kuşkusuz;
    ölmek ya da yaşamak…
    bugün ölmek
    yahut elli yıl sonra,
    elbette aynı şey değil, fark var aralarında;

    ama iki ölüm de aynı hızla unutulabilir,
    bütünün güzelliğine bir şey katmıyorlarsa eğer,
    ölümün ve hayatın güzelliğine
    bir şey katmıyorlarsa eğer.

    XI

    sonra, şu topluca ağlamalar,
    dövünmeler, Yusuf, oğlum,
    intikam yeminleri,
    düşmanın resmini, büstünü,
    postunu yakmalar meydanlarda,
    ya da bayrağını…

    acını paylaşmak isteyenler,
    bunları yapmasınlar, diyemem,
    çok ağır, çünkü, verdiği acı,
    haklı olmanın yetmemesi
    çocukların Gazze’de ölmemesi için.

    taşınması zor ve yakıcı, bu gerçeğin.
    ve ellerini yakıyor olmalı,
    onu akıllarıyla değil,
    elleriyle tutmaya kalkışanların.

    ve közü tutar tutmaz da, hemen
    bırakmaları gerekiyor, doğal olarak;
    onunla bir şeyleri yakmaları
    sonra tepinmeleri, üzerinde…

    ve döküp saçmaları gerekiyor, bazen de,
    içlerinde tutmasını bilseler
    belki bir fikre, bir çareye
    dönüştürebilecekleri
    ateşli duyguları, ateşli tepkileri…

    yapmasınlar diyemem, acın çok büyük.
    ama bunlar, haklılığın gücünden çok,
    senin ve dostlarının çaresizliğini
    düşündürür düşmana, bence.
    Ve Gazze bombalarla dövülürken
    kameralarla, monitörlerle,
    yanan Gazze’nin ışığında
    gece piknik yapamaya gelen
    İsralli sivillerin seyir zevkini artırır bir de.

    ve sessiz kalmalarını haklılaştırır,
    vicdanlarına serpecek su arayan
    daha uzaklardaki seyircilerin.
    belki daha yakındakilerin de,
    Yakub’un öteki oğullarının yani,
    Mısırlı, Ürdünlü, Hicazlı
    ‘üvey’ kardeşlerinin senin…

    zafer, düşmanın resmini bulunca, resmini,
    postunu bulunca, postunu,
    kendisini bulunca da kendisini
    yakmak değildir, sanırım, Gazzeli Yusuf, oğlum,

    zamanın kapısını açmaktır, zafer,
    zamanın kapısını açmak
    özgürlüğün ve erdemin önünde,
    herkes için ama, ayrım yapmadan,
    düşmanların için de,
    ve mümkünse onlarla birlikte…

    düşmanına ölümü değil, hayatı götür;
    böylece, yenilen düşmanın değil,
    düşmanlık olsun;

    kazanan da dostluk olsun,
    ölüleri dirilten dostluk,
    ne sen, ne bir başkası…

    XII

    bu keder ve umut taşıyan rüzgâr,
    zeytin ağacının, incir ağacının,
    iğde ağacının içinden geçip,
    sana getirsin sesimi!

    bu keder ve umut taşıyan rüzgâr
    Gazzeli çocukların ve annelerin
    korkusuz, tasasız gezindiği
    has bahçelerin içinden geçip,
    sana getirsin sesimi!

    bu rüzgâr, Musa’nın, İsa’nın,
    Abu Salma’nın, Mahmut Derviş’in
    Roni’nin, Kafka’nın, Edward Sait’in,
    yeryüzüne ve gökyüzüne dağılmış
    Filistinli çocukların içinden geçip,
    sana getirsin sesimi!

    bu rüzgâr Sabra ve Şatilla’da katledilen
    Yakup’un, Yusuf’un ve Bünyamin’in,
    Auscwitz’te yakılan Yakop’un, Yasef’in,
    Ve Benjamen’in içinden geçip,
    sana getirsin sesimi!

    bu rüzgâr, yalnız Filistinlilerle kalmasın,
    Serebzenitza’da, uygarlığın gözü önünde
    binlercesi toprağa gömülen Bosnalıların,
    Amerika’da kökleri kazınan Kızılderililerin,
    Küçük Asya’da, yollarda kaybolan Ermenilerin
    içlerinden geçip, küllerini, tozlarını
    katillerin, azmettiricilerin,
    suçu ve delillerini örtüp karartanların
    yüzlerine, gözlerine savurup
    sana getirsin sesimi!

    kitapları karıştırdım, zamanın sayfalarını,
    yerin ve göğün arşivlerini,
    ölümün parmak izlerini, tozlu raflarda,
    bulmak için yerini ve dengini
    Gazze’de işlenen toplu cinayetlerin.
    diyemem, rastlamadım, bu kadar vahşisine.
    sicili çok kabarık çünkü, insanoğlunun,
    atası Kabil’den beri, kırdığı kırkı geçmiş,
    defalarca kırıp geçirmiş,
    kardeşini, komşusunu ya da suç ortağını.
    ona kendi zayıflığını, sefilliğini
    ya da alçaklığını hatırlatan herkesi…

    daha dün, Irak’ta, katledilen bir milyon Yusuf’u
    unutmadım, unutur muyum hiç!
    Cezair’de katledilen bir buçuk milyonu da,
    Balkanlar’da, Vietnam’da, Çeçenistan’da,
    Hiroşima ve Nagazaki’de olanları
    unutmadım, unutur muyum hiç,
    unutulur mu hiç!

    siyahî Yusufları, renklerin en yusufunu,
    Malcolm X’in, Martin Luther King’in,
    Obama’nın atalarını unutur muyum hiç,
    (ben unutsam bile, hatırlatır hemen
    bana, torunum Mehmet Eren,
    ya da ona vekâleten,
    annesi ya da babası,
    onun, Mountain View’deki
    siyah tenli arkadaşlarını,
    çekik gözlü arkadaşlarını,
    buğday tenli arkadaşlarını.)

    hepsinin içinden geçsin öyleyse,
    hepsinin içinden, bu deli rüzgâr,
    Başkan Obama’nın içinden
    geçmeden gelmesin, sözgelimi,
    onun kalbinin çevresinde
    kırk kez dönüp dolaşsın, aklına geçsin sonra
    ve aklını başına getirsin, Amerika’nın.

    aklı başına gelince de,
    üzerinden postunu çıkarıp, MGM aslanının,
    süt dökmüş kedi gibi üç kere acı acı,
    ve alçak sesle kükresin Amerika,
    bütün bu olup bitenler için, insanlık adına
    ‘özür diliyor’ gibisine…

    ve rüzgâr, bu filmden,
    gözlerini silerek çıksın,
    sana getirsin sesimi

    kefeni, tabutu, mezarı olmayan kalender ölülerin,
    benim vatanımdı, senin bayrağındı, ayırmayan,
    aldırmayan akıllı delilerin,
    ebedî gezginlerin, sürgünlerin,
    büyük avarelerin içinden geçip
    sana getirsin sesimi!

    küflenmiş kitapların, küflenmiş kafaların
    müzelerin, mumyaların ve mezarların
    millerce uzağından geçip,
    sana getirsin sesimi!

    sokakta bir yangın, bir facia çıkınca
    bazen şairler de fırlarlar ya,
    şu benim yaptığım gibi, pijamayla sokağa,
    işte bu yaşlı, kaçık şairin yüreğini de
    terlik ve pijamayla, Gazze sokaklarını
    gezdirip getiren bu şiirsever rüzgâr,
    bu aklı başında gözükmeye çalışan,
    ama gözyaşlarını tutamayan esinti,
    elini kolunu sallayarak herkesin
    girip çıkabileceği bu orta halli,
    kalender, ‘esnaf işi’
    şiirin içinden geçip,
    sana getirsin sesimi,
    Gazzeli Yusuf, oğlum!

    EKLER

    1

    Gazze’de, dünyanın bu en güzel isimli şehrinde
    sabah erken iş başı yaparken ölüm,
    burada İstanbul’da,
    dünyanın bu en yufka yürekli
    ve sulu göz şehrinde,
    çarmıhta çivi yarası gibi açılıyor
    her gün sabahın gözü.

    ve insanlığın körelen vicdanı gibi
    kabuk üstüne kabuk bağlıyor
    her gün akşamın yarası.

    2

    ölümün, tanklarla, roketlerle,
    silahlı birliklerle talim yaptığı yerde,
    asıl hayattır, provasını yapan,
    daha geniş bir yol,
    daha uzak bir ufuk açmak için
    haklıların önünde.

    3

    tutmak için ağılda,
    kurt korkusu içinde
    alt alta, üst üste bir arada
    kuzularını, Sion tanrısı,
    başka vahşet kalmayınca yapacak,
    gün gelecek tutup kendi kuzularını
    birer birer boğazlayıp
    yemeye başlayacak bu gidişle
    ağıl kapısının önünde.

    ve adına izrael denen
    o ‘toplama’ kampında,
    o ağılda tutuvermek uğruna,
    gün gelecek, kendi gübrelerini
    yedirtecek onlara.

    o kuzucuklara acı, Gazzeli Yusuf, oğlum,
    bilinen, bilinmeyen
    bütün acıma biçimlerini öğren
    ve bütün kuzuların Gerçek Sahibi için
    o kuzucuklara acı!

    Yakup oğlu Yusuf’un,
    günahkâr kardeşlerine acıyıp da
    kanat germesi gibi, mesela,
    öykülerin en eskisi, en güzeli
    ol Kıssa-yı Yusuf’ta…

    4

    bu kul işi, çömez işi risalenin,
    benzetmek gibi olmasın, hani,
    Gazzzeli dostum, ‘Fatiha’sı da şu:

    kağıtları karalım ve dünyayı
    yeniden paylaşalım, demiyoruz,
    doğru koymalıyız davayı:

    ‘herkes, cennetten çalıp çırptığını’,
    demeyelim de, hadi,
    ‘emanet aldığını’, diyelim,
    çıkarıp masaya koysun,

    varlığın kolu, kanadı,
    ağzı, burnu, gözü, kaşı,
    aklı, ruhu, yüreği,
    özellikle de ciğerleri
    kimdeyse,
    çıkarıp yerine koysun…

    ve hep birlikte, kardeşçe
    yeniden oturalım, varlığın
    cömert bir ev sahibi olarak
    nimetler taşıyıp duracağı sofraya,
    büyük insanlık şöleni için.

    16 Ocak 2008

    Cahit Koytak şiirleri Gazze Risalesi Şiiri - Cahit Koytak Gazze Risalesi Şiiri - Cahit Koytak şiiri
    Paylaşın Telegram VKontakte Facebook Twitter Tumblr WhatsApp

    Yazarın Diğer Şiirleri

    Yüreğim Parmağımın Ucunda Şiiri – Cahit Koytak

    Yüreğe Yapılan Dövme Şiiri – Cahit Koytak

    Yol Arkadaşı Şiiri – Cahit Koytak

    Yalnızlık Kayzer’den Daha Güçlüdür Şiiri – Cahit Koytak

    Viyanalı Ermiş’in İtirafları Şiiri – Cahit Koytak

    Virtüöz Ölüm Şiiri – Cahit Koytak

    Bunları da Okuyun

    Hasan’a Mektup – 1 Şiiri – Abdurrahim Karakoç

    28 Aralık 2021

    Hasan’a Mektup – 3 Şiiri – Abdurrahim Karakoç

    28 Aralık 2021

    Güz Dalgınlıkları Şiiri – Ahmet Telli

    28 Aralık 2021

    İkimiz Aynı Gün Doğmuşuz Şiiri – Ahmet Selçuk İlkan

    28 Aralık 2021
    Bizi Takip Edin
    • Facebook
    • Twitter
    • Instagram
    Çok Okunanlar
    Mahzuni Şerif

    Geçen Günler Şiiri – Mahzuni Şerif

    Mahzuni Şerif

    Bir dövende harman sürdüğüm zaman Nice gözlerime toz geldi gitti. Anamdan babamdan doğduğum zaman Baharı…

    Acı Şiiri – Cemil Meriç

    29 Aralık 2021

    Gökyüzü Şiiri – İlhan Berk

    29 Aralık 2021

    Gene Bahar Oldu Açıldı Güller Şiiri – Erzurumlu Emrah

    29 Aralık 2021
    Hakkımızda
    Hakkımızda

    Şiirsiz kalmayın!

    İletişim: [email protected]

    Şiirler

    Soru Çiçeği Şiiri – Perihan Mağden

    29 Aralık 2021

    Kahpe Felek Şiiri – Pir Sultan Abdal

    29 Aralık 2021

    Çek Şarabı Sev Güzeli Şiiri – Ömer Hayyam

    28 Aralık 2021
    Etiketler
    Abdurrahim Karakoç şiirleri Agah şiirleri Pir Sultan Abdal şiirleri Karacaoğlan şiirleri Aziz Mahmud Hüdayi şiirleri Necip Fazıl Kısakürek şiirleri Ruhsati şiirleri Ahmet Selçuk İlkan şiirleri
    Facebook Twitter Instagram
    • Anasayfa
    • İletişim
    © 2025 Şiirhane.
    Tüm hakları edebiyatın birbirinden kıymetli şairlerine aittir.

    Aradığınız şair veya şiirden birkaç kelime yazın.