Issız bir şehrin yağmalanmış kalbinde
yitik parçasını arıyor ruhum
yok artık diyorlar, o kırık gülümseme
bu şehrin silinmiş adreslerinde
bir telefon kulübesi, eylül çarşısı,
yağmurun sesinde birikmiş kahkahalar
yasemin bir öpüş gibi… öylece kalmış
karanfil sokağının cebindeki şiirde
çiğ mi yazar, çiy mi, yaprak aşkın adını
konuşup durmuştuk bir eylül gecesinde
çiyler çoktan kurumuştur kirpiklerinde
eylülü bekleyemez bazen yapraklar
bilmem, sildi mi sokaklar ayak izini
ama gençlik parkının buz tutmuş ateşleri
hiç sönmedi bir kadının kalbinde
ölüm hangi acıyı giyinir en çok
hüznü avuçlarına gizlemiş bir resimde
hangi rengi açar külrengi solan şiir
külün kendi renginden utandığı gecede?
hiç bilmezdim, şehirler de ağlarmış,
düşlerini gömerken şiirlere
anımsayamadım, gül müydü, karanfil mi,
mezarıma getirirsin dediğin – ne çok gülmüştük,
ne çok gülmüştük, meğer…
meğer aşk da sığarmış külrengi bir kedere.