Kayanın sümbülünü leylağını, çılgın aylarını
Mevsimlerin bırakıp gitti. Yeni oldu öleli.
Savsak bir yel esti. Kıyıdaki kulübenin
Oltası yağmurluğu şapkası kedisi
Yalnız kaldılar o günden beri.
Demek severdi denizi
Demek kayanın sümbülünü
Daha dün konuşmadık mıydı
Kışın güneyin serin rüzgârını
Kedilerle köpeklerle koşmadık mıydı
Dağlara doğru. Dağlara doğru frenkinciri,
Pars.
Annem öldü, yelin türküsü kapıdaydı hâlâ
Annem öldü, demirkırı at kapıdaydı hâlâ
Kıyıda durdum bir çiçeğe su verdim
Küçük kulübenin bahçesinde sabah serinliğinde
Bu bahçede kaç kere gezindiğini düşündüm
Çiçeklere su verişimi gözetlediğini düşündüm
Sayısız yaprak arasından.
Kapıda terlikleri. Tahta masada kuru üzüm taneleri.
Kapının eşiğinde tekir kedi.
Ölüm gök gürültüsü buz mavisi
Yokuş yukarı çıkınca köşede pars
Tepede saçını başını yolan ağaçlar:
“Ne yapsam neye baksam uçurum”
“Ölüm hiç işte, demek atları severdi”
“Ölüm hiç işte, demek kedileri severdi”
“Dağlara yamaçlara çıkayım uzun uzun”
“Kendimden çıkayım kapılmadan burgaca”
Burada mı yatarken çıkardığı
Verin bir köşeye gömelim takma dişlerini
–Kimdi o bakan yaprakların arasından?