I
‘hayyam, yalnızdın sevgilinin yanında
şimdi gitti, artık ona sığınabilirsin’
rivayetdi ve zaman sakin
bir su gibi hareleniyordu
senin için orman uğultuları
uzun kış geceleri getirdim
artık okunmayan masallardan
bildim ama bilemeyip düştüm
yollara ıslığımdaki gül kokusuyla
çünkü gül mağrur bir yalnızlık
yahut dalgın bir keder olarak
yakışırdı senin şehla sesine
‘rivayetdi ne zaman sahi oldu
bildim bilemedim sahi nasıl soldu’
anka’nın beni bıraktığı yerde
barbarlara rastladım, en çok
seni andırıyordu incelikleri
seni ve senin şehla duruşunu
rüzgar doldurdular ceplerime
oysa ben yılanların deri değiştirdiği
bir çöl arıyordum kendi çölümde
gövdemin çağına ulaşmak’çin
matematik ve şiir çalışıyordum
tarihse barbarlık öncesi devirlerdi
‘rivayetdi ne zaman sahi oldu
bildim bilemedim sahi nasıl soldu’
dağlarımda yangın ovalarımda
tûfan hikayeleri anlatılırken
masaldan masala, efsaneden
efsaneye sığınıyordum ve ben
sıfırı öğreniyordum aztekler’den
şiirse şehla sesine benziyordu
yani yalan yani kara bir zulüm
inceliğin barbar duruşu belki
vak’anüvis edasıyla geziniyor
yenildiğim tüm alanlarda şimdi
‘rivayetdi ne zaman sahi oldu
bildim bilemedim sahi nasıl soldu’
bir kez daha uğradığımız
cinayet yerine benziyor
unutmak istediğimiz ne varsa
meğer ne çok biriktirmişim
unutmam gereken şeyleri
duruşunu, şehlasesini mesela
yatağımda kalan sıcaklığını
yastıkta başının bıraktığı çukuru
en çok da bir yolculuğa çıkarken
dönüp dönüp sarılışını
‘zaman bir su gibi hareleniyor yine
rivayetdi ne zaman sahi oldu’
II
uzun uzun susuyorsun bir gülü koklarken
yüzün büsbütün gülistan oluyor ve bitti
sandığımız yerde yeniden ürperen aşk
hangi hatıralarla kanadı hangisinde sustu
biz hangi şehirde güller taşıdık odamıza
hangisinde yaralarımızı saracak bir dost
bir yoldaş aradık ölürcesine, yoktular
zilsiyah hatıralar edinmişti şehirler ve barbar
zamanlardı şehla sessizliğimizde
nice yıkımlardan kurtardığın şeydi susmak
adressiz yaşamalardan, mutsuzluklardan
umutlardan geri kalandı ve yakıştırdın
kendine, yüzünün biçimi buradan geliyor
iki şehir, iki darbe arasında geçirdiğin yıllar
sana bir onur gibi susmayı ekledi ki güller
sessizliğin koynunda bulurlar renklerini
ayrılıkların bir rengi vardır, susuşların
bekleyişlerin, yalnızlıkların da öyle
şehrin görüntüsü unutmanın rengine benzer
istasyonlarsa özleme dönüktür nedense
ve bir köşesinde mutlaka taşra kokusu
kokunun rengi nasıl yayılır bilirsin
güllerden, fesleğenlerden ve acılardan
hiç konuşmayalım istersen susmak bir dil
bir hatırlamak olsun yitirdiğimiz ne varsa
hatırlamak deyince içimden bir rüzgar
ışıkları söndürülmüş kasabalar geçiyor
komşu bahçeden hoyratça kopardığım güller
kendimi pekos bill yerine koyduğum
günler düşüyor içime, kendime sığmıyorum
hatırlamak deyince annemin öldüğü gün
içimden bir mürekkep ırmağı akmıştı
se ve ateş, hava ve toprak ve her şey
cıvaya dönüşmütü orada, ikide bir
gülkurusu yolculuklara çıkışım bundandı
yön duygumu galiba o zaman yitirdim
hangi şehirde yoksan ben kayboluyorum orada
zarif hatıralar edinmiştik sokağımızdan
ve eğilip bakardı geçip giden bulutlar
sen mektubundan önce gelirdin, kuruyan
fesleğenler için yas tutardık yazsonları
devrim bir ihtimal olarak kaldı diyenlere
sessizce itiraz etmeyi öğrendik o günlerde
dokunsalar akasyalar gibi yaprak dökerdik
şimdi ürperten, onaran bir şey var, sen bir gülü
uzun uzun koklayarak anlatıyorsun bunu
kalbimizse küllerin altında kalabilen iki köz
iki cehennem; imlası bozuk mektuplar gibiyiz
çünkü imla evlilikle biten aşklara benziyor
rüzgarını yitirmiş vadiye, bulutsuz
yağmursuz bir gökyüzü de diyebilirsin
uzun uzun susuyorsun bir gülü koklarken
hatırlamak böyle bir şey olmalı diyorum
unuttuğumuz ne varsa barbarlar sızıyor
bizse şehla bir isyan oluyoruz şehrin
zilsiyah hatıralarından sıyrılarak
sevmek böyle bir şey herhalde diyorum
sen uzun uzun koklarken bir gülü
ve yüzünün doğusu gül kokuyor çünkü doğu
gülistandı dağın ve destanın bize anlattığı