gözlerime yükledim seni gözlüğüm tutuştu
omurgası çatladı zamanın gelecekten düşünce
onu götürdüğümüz hastanenin
en acil servisinde
o bal rengi bacaklarına dinamitlendi içim
küçüğüm, küçük kadınım
transistörlü radyomda geceler boyu aradığım
bir gidip bir gelen
yitik bir uzun dalga istasyonu gibisin
nisan
evet o mırmoruk nisan şemsiye sürüleri düşler
peynir ekmek sesine uyanırken pomfuruk mayıs
alev halkalı küpelerini sıyırırsın gülümseyerek
evden kaçan Bengal kaplanlarının
sıçrayarak içinden geçtiği küpelerin
en son onlar yoldan çıkar ve kınalı aralığı ağzının
küçüğüm, küçük kadınım
yanında, teninde ve kahkaha çiçeklerinde
içlerinde sıkışıp kaldığım saat camlarının
tüy bahçendeki cin saçlarının
ve çeliğin üstündeki diş izlerinin
ve yaklaşan ölümün kaçınılmazlığında
bir yumuşakça gibi saklarım altmış dört yaşımı güneşten
küçüğüm, küçük kadınım
sevdamız çıngıraklar ve alarmlar günlüğü
sürekli deri değiştiren
ve sıyrılan etekler kitabında ben
ilkbahar bankası soygunlarına giderim
küçüğüm, küçük kadınım
dudağını dayadığın o buzlu camlara
hohluyorum
aramızdaki kırk beş yaş farkı
ve ellerimi
yıldızlarının üstüne koyuyorum
(dring…drong…
dring…drong…
sayın ziyaretçiler
huzurevimize gonca gül sokulmaması
önemle rica olunur
dring…drong…
dring…
yitik…
bir…
uzun dalga…
istasyonu…)