İşleri yolunda gidenler, şöyle şükredecek kadar bir nefes aldıktan sonra etraflarına bakıyorlar mı? Hani kimin işleri yolunda gitmiyor diye! Karnı doyanlar, doyuracak aç arıyorlar mı kendilerine? Isınanlar, üşüyenleri tanıyorlar mı? Koşanlar, konuşanlar, işitenler, görenler; engellileri umursuyorlar mı? Ne veba, ne sıtma, ne de geniş kitlelere musallat olan başka bir hastalık insanlığın başına “bencillik” kadar müptela olmuştur! Şimdi yeryüzünde bir insanlık ayıbı olarak nitelendirebileceğiniz hemen her şey, bu “bencillik” hastalığından kaynak almıştır.
Türkiye’de, bakmayın ideolojilerin boy boy arz-ı endam etmesine, asıl mesele tam olarak kalplerini başka kalplere kapatan ve bencilliğin elinde can veren insanların etrafında gelişti. Hakları elinden alınan insanlara karşı körleşen insanlar, umursamazlıklarına mecburi ideolojik istikametler aradılar. Kendi vicdanlarını susturmak için türlü bahaneler ki, o bahanelere kendilerini başka dünyalara körleştirecek kadar inandılar.
Kemalizm, irtica ve bölücülük hayaletleri ile Müslümanları ve Kürtleri hedef aldı. Yaklaşık bir asır kadar süren kanlı bir mücadele sonunda, İslamcılık ve Kürtçülük boy verdi. Bu ikisinin ayrı ayrı boy vermesinin sebebi; Kürt devriminin kendisine komünist, yani dini dışarıda bırakan bir yol seçmesiydi ki, elbette bunun böyle olmasını Kürtlerden daha çok isteyen başka birileri vardı. Zira hem İslamcılık, hem de Kürtçülük; aynı secdeye baş koyan, birlikte saf tutan iki grup olsalardı, rejimin daha ilk tahlilde baş edemeyeceği bir tehlike haline dönüşeceklerdi. Ama öyle olmadı. Gerçi, bu iki grup üzerlerindeki baskıları kendi mücadeleleri için yakıta dönüştürerek, teker teker rejimin baş edemeyeceği birer tehlikeye dönüştüler bile. Hatta, ortada neredeyse rejim falan kalmadı. İyi organize olan kazandı. Ve tabi, eline silah almayan…
Ben bu ideolojilerin, daha yüzyıl öncesinden ne kadar yadırganabilecek, yabancılaşılabilecek şeyler olduğunu gördükçe aklıma İngilizleri getiriyorum. Yani sanki futbolu icat etmeyi; insanları iki takıma ayırıp, birbirleriyle savaştırıp, yıpratmak yoluyla akıllarına getirmiş olan İngilizler… Şimdi ne kadar bencil olduğumuzu şöylece ortaya koyalım:
– Köyleri basılan, boşaltılan, hiçbir suçu yokken örgüt üyesi olmakla suçlanan, sadece Kürt kimliği yüzünden, devletin resmi bir asimilasyon projesinin mağduru olan vatandaşları düşünmeyerek onları ilk tahlilde düşman ilan eden siz sözüm ona milliyetçi arkadaşlar, bencilsiniz!
– Sadece inançları gereği yaşayan insanlara, neye inanmaları gerektiği hususunda yasalar düzenleyen, onların inandıklarını gericilik, kendi inandıklarınızı ilericilik addeden, yüzünü batıya dönerek doğulu kimliğini reddeden, başörtülüleri üniversitelerine ve kamusal alanına dâhil etmeyen siz sözüm ona münevver meşaleciler, bencilsiniz!
– Sadece inançları gereği yaşayan insanlara, neye inanmaları gerektiği hususunda baskılar yapan, oteller yakan, cem evlerini kapatan, kilise duvarlarına tüküren, havraları havaya uçuran, rahip öldüren, papaz gördü mü cinnet geçiren, Ramazan aylarında açık lokantaları taşlayan, ötekini kendinden bilmeyi ve onu kendi emaneti bellemeyi İslam’ın şiarı bilmeyen, siz sözüm ona Müslüman arkadaşlar, bencilsiniz!
Kürtler, kendi meselelerin çözümü için muhatabından samimiyet bekliyor. Kendilerini bölücü bir unsur olarak görmeyi bırakın, onlara doğuştan kazandıkları demokratik hakları iade edin. Kemalizm önce kendi hayaletlerini boğmalı. Bu ülkede İslam’ın irtica, her Kürt’ün terörist olmadığını anlamalı. Kemalizm’e bunun böyle olmadığını gösterecek olan yine Müslümanlar ve Kürtlerdir. Müslümanlar, ötekine yaşama alanı açmalı. İslam’ın baskıcı bir din olmadığını, inanmayanın yaşama alanının tesisinden de sorumlu olduğunu kanıtlamalı. Kürtler de, kendi hak mücadelelerini silahlı mücadeleye alet etmemeli. Her hak mücadelesi, o mücadelenin sahip olduğu benliğin/bencilliğin bertaraf edilmesi ile samimiyet ve kuvvet kazanır. Herman Hesse’in de dediği gibi: “Hiçbir gerçek yoktur ki, karşıtı/zıttı da gerçek olmasın”.
Dünyaya Yeni Söz Gazetesi, 12.05.2011