be ile başlarız hep bizim bezmimiz “beli! ”
ağaçlardan konuşalım vefasından toprağın
tahtacı derler bize yolumuz haydar ali
toynağından boşanır gibiyiz bir kısrağın
kapıda molotof
sette katledilen figüranlar
hepimiz kundaklanmış çocuklarız
cesedimiz konuşur diye bizi öldürmüyorlar
rüzgar külün grisine tutkun
solgun sarıdan kızgın ala nâr
su çıkarıldığı yerde suskun
toprak suya su toprağa yâr
vakit var ve söylenecek her şey dâr
bırakalım üç günlük ömrümüzü üç güne
boynumun borcunu da kapasın şu bankalar
telefonum durmadan çalıyor zamanımı
-meşgulüm dünya! –
cennetlerinden seviyorum
büyük bulantılarla kustuğum hayatını
katlinize katiliz mülkünüze hep hırsız
ortada suç var ise masumsak da suçluyuz
dünya ormanlardan isabettir ekmeğe
duldalara kurulan evlerde oruçluyuz
çin yükselirken gövdene
akasyalar pazarlanırken
sebzeler sabah olmadan terk ederken hallerini
tutup sergilerimi sunuyorum sana
mesela şu resimde
ayrılmış elden parmak bıçağın tek sözüyle
adam sarıp koyuyor eksileni yerine
davranmak için hemen müstakbel keresteye
kopmuş uzuv fakat bundan aç gövdeye ne!
ekmek varmayacaksa eve
hangi acı çocuktan ziyadedir sineye
hayat çoğu zaman kahredicidir
renkler ışığa tutuldukça vesvese!
ve dönüp küfrediyorum namussuz küratöre
bütün tablolarımı çivilere çakmışlar
ayıptır her birimiz
kıyamet kopunca bağlanacağız operatöre
kaldıracağız ahizeyi öbür uçta bir melek
-oh dear for anglish please dress one! –
bakalım akşama ne yedirecek felek
tok olana tavuk sote
aç olana: dan! dan! dan!
biz
yani soğan yiyerek büyüyen dağlı hemşerileriniz
yani sırtından vurularak dünyaya doğrulan talih
yani şırıngaların bulamadığı damarlar olarak
yani devrimden artakalan gariban coğrafya ve tarih
yani kapısı kızıl çarpılara boyanan
yani ana baba duasından gayrı
bu dünyada muradı kalmamış kimsesiz kimseler olarak
ceddimizden devşirilen gülleri
-çekilin aradan! –
ölmekse ölerek
ihanetse sırtımızla sunacağız yârimize