“Silahlara veda
Geceye rüyaya ve sana
Yalnızlığın geyik gözlü çıkmazından
Düzenlerin çıkmazına”
SEZAİ KARAKOÇ / Veda
Çanların ezan seslerine karıştığı bir ikindi ağabey… Seni bu şekil uğurladık son yolculuğuna. Vadesi dolmuş bedenin yüzükoyun toprağı öpüyordu ve ayakkabındaki yırtık göz kırpar gibiydi insanlığa. Ne küskündün, ne kederli… Bana kalırsa bir miktar suskun, bir miktar konuşur gibiydi mutluluğun. Çünkü cenazende on binlerce yürüdük, on binlerce birlikte susarak yürüdük ağabey! Hepimiz, senin bıraktığın o barış çiçeğinden aynı kovana kanatlandık aniden. Sen de gördün, izledin belki; uçarken tekimizin kanadı ötekine değmedi. Keşke diyorum, keşke seni bizden ayrı koyanlar çıksaydı karşımıza!
Çanların ezan seslerine karıştığı bir ikindi, yüreğimizde aynı hüznün birlikteliği, aynı gözyaşları, aynı gam… Yani senin solurken içine çekmek istediğin hava, yani barış, yani şan… Yükleyip sırtımıza senin hayattayken dinlemekten hazzettiğin şarkıları, marşları ve sloganları boşvererek; sen önde biz arkada, yürüdük ağabey. Anneler gözyaşlarıyla uğurladılar seni. Babalar yumruklarını sıktı, gözdağı verdiler düşmanlarımıza. Kardeştik. Unuttuğumuz yeminimiz vardı. Bir de senin at üstünde vurulan bedenin, kardeş omuzlarda hatıraydı. Bir hatıra ki ağabey; ne ölmen şarttı bunu yüreklere kazımak için, ne kargışlı yaşamaklara aldanmak böyle bir hatırayı bağışlardı. Yaşamakla ölüm arasında tutulan sandık açıldı ve güvercinler boşandı! Bir baktı ki mahvına sebep olduğunu sananlar, senin barışa müsebbip saydığın bohçayı, yani bir ömür yüreğinde biriktirdiğin insanlığı tam adresine postalamışlar. Her şey güzel de ağabey, barışa vesayet için bir ölüm ve vasiyet şart mıydı! ? Tamam, bir ölümü ancak bu kadar güzelleştirebilirdi tarih, ancak bu kadar özelleşebilirdi kardeşlik… Ama güvercinler uçsun için kurşun sesi şart mıydı! ?
Takdir-i ilahi… Gittin, ama kaldın da. Senin gidişinin matemi kara yaslı bir evde içe doğru yaşanmadı. Sen gittin, sokaklara döküldük, ağıtlar yaktık, unutkan taraflarımızdan feragat ettik. Gidişin bir anıt mezar diye dikildi hafızamıza. ‘Elden ne gelir’ dediğimiz zamanlarda ağladık gözyaşlarımızla geri getirmek için seni. Ölüme çare aramak değildi bu yaptığımız, belki çareyi ölüme bağlamakla yazıklandık kendimize. Ama izledin, gördün hepimizi. O ikindiyi senin ölümünden kara bir yafta yapmak isteyenlere mezar ettik. O güzelim Anadolu’nu, toprağını titrettik. Başaramadılar ağabey, başaramayacaklar! Senin at üstünde vurulduğunu cümle aleme, ibreti alem için seyir ettik. Başaramadılar ağabey, başaramayacaklar! Biliniyor cenk ederken ölüme kafa tuttuğun… Biliniyor aşka vesileler bıraktığın toprağa… Senin ölümünden havalan güvercinler, şimdi kardeşlik haberleri iletiyor Anadolu’ya.
Rahat uyu! Huzur içinde…
2007, Şubat / Agos Gazetesi
* Bu metni, Milli Gazete’de yazdığım zamanlarda Hrant Dink’in katlinin hemen sonrasında kaleme almıştım. Gelin görün ki, Milli Gazete yazıyı yayımlamadı. Ben de yazıyı Agos’a verdim. Agos yazıyı yayımladı. Milli Gazete’ye de -bilvesile! – veda ettim. Şimdi beş sene sonra, tekrar, Hrant için…