zarının kaç geldiğini görecek kadar yaşayamadı zavallı aklım. onu bir köprünün tam ortasından yıka yıka yıktılar. derler ki, o köprünün altında dizlerinin üzerine çöktürüp sıkmış alnına merhamet. kurşunu fikrinden dövülmüş, barutu imanından yakılmış, ölürken tam bir şey söyleyecek olmuş… sır diyorlar, ben de ravinin yalancısıyım.
cenazesini ertesi günün ortasında göğe doğru kaldırdılar. bazıları şarap içti, bazıları zemzem, bazıları sade su… raviyle orada kendi aklımın cenazesinde tanıştım. beni yalancım olur musun diye öptü kulaklarımdan. dilim kelimelerle dönmeye başladı.
dışarıda dört mevsim kar yağıyor, ben artık anlamayı bıraktım. içeride, cehennemden aşırdığım odunlardan bir cennet yakıyorum ki sormayın. raviyi mi? yo hayır, onu kimse öldürmedi. bana kalırsa felek onu bu diyarda hiç güldürmedi.
bir kere insan sevecek olmuştum, ravi bana bir hançer getirdi. ne ile bilenmiş diye sordum, ihanetten dedi sırtını gerdire gerdire. o sıra ufak bir tartışma yaşadık. çünkü benim sırtım nihayetten dövülmüş bıçaklara saplıdır. tersinden açan bir çiçek tarlası gibi her gün yeniden yırtar damarlarımı. ki kalbi atsın içindir insandaki hainlik. ama raviye hain demezdim komiserim, ekmeğin peşinde koşturan adam önce açlıkla suçlanır.
ne olmuş bulmuşsanız üzerinde parmak izlerimi? insan sevdiğine dokunur. gidip bulun bakalım, bulabilecek misiniz ravinin üzerinde merhametle bakan gözlerimi. kulaklarından söküp çıkartın da görelim, dost sofrada helak olan sözlerimi. ravi beni severdi, ben raviyi severdim. çok tartıştık, çok güldük, sonra birlikte öldük. allah rahmet eyledi ikimize de. o toprağın altında cansız, ben toprağın üstünde canlı… ben ona yalanlar söylerim, o bana dualar eder. işte hayat böyle bir şey komiserim, üç günlük aşı isterse bir dakikada ağu eder.
komiserim, bu bileklere asılı eller billahi benim değil. koca bir yalana zan taşıyan karıncalar gibiyiz hepimiz. şuna kırmızı diyen diller gibi mesela… kan gri akıyor derler köpeğin yanılsamasında. bana sorarsanız her şey bir kahkaha kadar bulaşıcıdır. göz yaşları bulaşıcıdır komiserim, ağlamak kederli olduğuna inandırır insanı puslu aynalar sofrasında. sözlerle taşınır kederlerin kentlere açılan künt darbeleri. balyoz algıda seçicilik yaratır. biri kan görmüş diye beni emniyete çağırmışsınız. ben sizi çiçek görünce evime çağırıyor muyum hiç? !
ölmek korkulu, öldürmek suç, yaşamak farz yazıyor sizin kitabınızda. oysa ölen kurtulmuş, öldüren koşturmuş, yaşayan kırpılmış duruyor sokağın daraltılmış paçasında. sizde bu kanun durdukça dünya paranoya, herkes potansiyel şüpheli. oysa azad olmak nihai bir netice olarak asılı bizim mahpusluğumuzda.
anlaşsak kurşunu sustururuz, böğrümüz fışkırır, bir lisan uydururuz insanlığımıza. ben suçlu değilim komiserim, münasip bir kaderi yaşıyorum yalnızca. müsaade buyurun şu kağıdı benim yerime siz imzalayın. ben de sizin yerinize kuşları derhal kanatlarına bağışlayayım.
sevince gerisi geliyor komiserim, sevince gerisi geliyor. öpünce namlusu tıkanıyor kibrin. benim bacağımda ruhsatlı bir siyatik var mesela, sizin belinizde devletlu bir filinta… ateş de hayattır komiserim, su da, toprak da, hava da… ben raviye sarıldım toprağımdan yangınlar yükseldi havaya. yağmurumuz yağmadı, noksanımız ölüm serdi yaşamağa. susuz kalmak dört döşümüzü dövdü. seni çok seviyorum demekmiş meğerse bela. hayat… neresinden bakarsan bak, hüseyin ve kerbela.
yedi iklim, temmuz 2015