Diyarbakır, bence dünyanın en politik kentidir. Sokak aralarında, kıraathanelerde, eviçlerinde insanlar durmaksızın siyaset konuşurlar. Doğdukları andan itibaren, devletin asimilasyon projesinin bir parçası olmanın gereğidir bu. “İki ayrı dil, bir vatan toprağında yan yana durmaz! ” diye hangi İngiliz kandırmışsa artık cumhuriyeti, kardeşliği sekteye uğratmaya yetecek ne varsa yapıldı şu geçtiğimiz asırda. Her iki taraftan da ölenler intikama çaldılar. Düşmanlık peyda oldu birbirini tanımayan insanlar arasında. Mesela çoğu Trakya insanı, ancak askerlik vesilesi ile tanıdıkları doğu insanına karşı, medyanın soslu provokasyonuyla beraber, neredeyse nefrete varacak denli doludurlar. Kürt sözcüğüne zerre tahammülleri yoktur. Ve önyargı ummanını geçip kalplerine ulaşabilen doğuluları büyük bir hayretle karşılarlar. Ama bu durum Einstein’ı teyit edecek bir biçimde önyargılarını parçalamaz, karşısındakini asimile olmuş bir Kürt olarak görmeyi yeğlerler.
Düşmanlık duygusu, bir insanın yüreğini kine ve nefrete doğru bileyledikçe, bir noktadan sonra varlık emaresi olarak kendini gösteriyor. Demem o ki, kendini tanımlamanın bir yolu oluveriyor birine düşmanlık etmek. Sonra o düşmanlık duygusu gruplara, bölüklere, ırklara dair bir duygu olmanın yolunu tuttuğunda; genellemelerin pençesinde can çekişen bir insanlık resmi çıkıyor önümüze. Amansız bir Siyonizm düşmanı olmam, beni bütün Musevilere düşman eder mi sizce? Tıbbiyede en yakın iki üç arkadaşımdan biri Museviydi. Niçin bir grup insanın yaptığı zulmün faturasını, aynı ırktan başka insanlara çıkarayım ki? ! Bu benim insanlığımdan feragat etmem manasına gelmez mi?
Milliyetçiliğin açmazı, tam olarak burada yatıyor işte. Bir insanın milli duyguları olabilir, bunda hiçbir beis yok. Hepimiz yaşadığımız toprağın şekil verdiği insanlarız, sevdiğimiz bütün alışkanlarımızı bu topraktan devraldık. Kendi adıma, standartları yüksek bir başka ülkede bir ömür yaşamayı, orada peşimi asla bırakmayacak olan yabancılık duygusuna binaen asla istemem. Beni tamamlayan şeyler; tarihin yarıklarından sızarak, kültürlerin etkileşimlerinden sentez edilip, yüzlerce yıllık bir maceranın imbiğinden geçerek damıtıldı.
Şimdi kendimde ve etrafımda sevdiğim ne varsa, bu topraklarda yaşayan ve yaşatılan bütün hikâyelerin bunda payı var. Bu açıdan bakıldığında milliyetçi biri gibi gözüken ben, artık bu kelimenin anlamının sevgi cümleleri ile şerh edilmediğini dehşetle fark ederek oradan hemen uzaklaşıyorum. Milliyetçilik, yazının başında ifade ettiğim gibi, düşmanıyla kendini tanımlayan bir hal aldığına göre, düşmanlık duygusunun bina ettiği bir şerhi niçin ismimin yanına koyayım? ! Düşman edinmek için mi! ?
Kaldı ki, en sevdiklerimize yapılan saldırılar başkalarını bize düşman kılıyorken; biz bu düşmanlığı kendi benliğimize bir saldırı olarak algılamıyoruz. Biz bu saldırıyı, hakikate olan bir saldırı olarak telakki ediyoruz ki, hakikati bir ırkın üstünlüğü ile ilintilendirmek sizce ne kadar hikmetli? İnsanı doğduğu yere, kökenine bakarak etiketlemek ne kadar insani bir tavır sizce! ? Milliyetçilik, daha telaffuz edilir edilmez kendi düşmanını doğuran bir manaya boşaldığından, daha çok İngiliz siyasetinin kullanmayı pek sevdiği bir maşadır benim için. Ve her şey ve herkes, Allah’ın!
Dünyaya Yeni Söz Gazetesi, 15.05.2011