bir gün yine kurulmuşum geceye…
ama gece nasıl derin nasıl karanlık!
karanlığa boş versem derinliğin yangını bırakmıyor peşimi
derinlik zaten hiç boşverilecek gibi değil!
-koyuldum mu karanlıkta yanmaya! –
gözümü açtım
kum denizle birleşmiş beyazın kuyusunda
beyazın da kuyusu mu olur demeyiniz
içine yusuf düşen bütün beyazlar kuyudur
-düşmeden bilemeyeceksiniz! –
nasıl güzelim nasıl enginim nasıl kendimle…
görmeliydiniz
sanki hiçbiri ben değilmişim de
ellerim kollarım dillerim
nasıl da otomatikler! nasıl da otomatiğiz!
yahu vallahi ben ‘yapabilen’ bir şey değilim
-hiçbirimiz de değiliz! –
hikaye büyük macera sonsuz
her şeyi en önden seyreden seyircileriz
bana çeşitli kanatlar takılmıştır
bana taktılar da size takmadılar mı sanıyorsunuz?
ah azizim ah, herkese taktılar! herkese taktılar!
takır takır kanatlar taktılar da kanatlandık ya biz
-uçmayı geciktirmeyiniz! –
insan uçmaktan kuyuya düşer gibi ürküyor
bakınız
herkes bembeyaz olmaktan nasıl ölesiye korkuyor!
kum denize karışır da
bir beyaz bütün her şeyi kapladığında ancak
inanmak hasıl olur bir olduklarına
ve hayır canlarım buna konmak denmiyor
bekleyin sıra size de konacak
ölünce konacaksınız siz de topraklarınıza
fakat uçun başarabilirsiniz
bir kuyuyu dibinden siz de yaşayabilirsiniz
-kendinize zerre güvenmeyiniz! –
neyse, ne diyordum?
hah, bir gün yine kurulmuşum geceye…
görseniz “vallahi bu gecedir! ” diye yemin edersiniz
yıldızlar atmışlar iskemleleri ayın etrafına
simsiyahlık kapamış dışarının dükkanlarını
kırmışız kilidi
girmişiz içeri
sanki içeriden gayrı hiçbir şey yokmuş gibi…
-çok mesut olurum o gibiyi görmezden gelebilirseniz.-
işte o gibisi ve yanisi yok mu bütün bu işlerin?
galibası yok mu şu mutmainliğin?
zenginin gurebası yok mu dostum, aşkın bir elifbası yok mu!
bana her şey varmış gibi geliyor
size de öyle gelsin
-ki o gibilerden soyunabilesiniz! –
ne ara sistemin cep kanyağı olduk arkadaş?
vicdanın bile betonunu dökmüşler şu iskeleden aşağıya
selam verelim desek en az bir hece lazım
oysa ne kadar da sözsüzdük
sadece gözlerimizin anlaştığı bir asr-ı saadet varken aramızda
orada sevmek affedilen bir şey değildi
affa tekabül etmezdi çünkü
sevmek çok başınaydı her yanlara üleşirdi elleri
durmak çok boşunaydı derlenmeye sevinirdi boşluk
ama biz boşları sofralardan kaldırıyorduk
tut da yine kaldıralım sofralardan
kurtaralım bize zahmet şu boşları sehpalardan
-gönüle meşgul vermeyiniz! –
gece uzun, uzun der demez zaten anladınız siz
öbür ucuna inanamayacağınız bir denizdir gecenin uzunluğu
bütün kısalıklardan alıkonulursunuz birden
bir biten ‘bitmek’ kalır
onu da hemen kovarsınız aklınızdan
sonsuzluk diye bir köy var
hepimiz orada ikamet ediyoruz
o zaman ne diye olan biteni korkumuza alet ediveriyoruz?
lütfen karanlığa bulaşmayınız
insanın içini saklar karanlık
-dost bulmadan karalara karışmayınız! –
bunlar geçer azizim
kural koyar ama kuralsız oynar yaşamak
karanlığı gün eden günü eder karanlık
yaşasın füruat ve garip düşen azınlık
yansın bizden arta kalan atlar ve çimen
-içimizi saklayan bizi kazansın! –
her şey döner diğer her şeyle beraber deveran eder
şu noksansız güzelliğin ortasında
güne de geceye de batan biziz esasında
gurbet biter azizim
gurbet biter biz sevdiğimiz yerden devam ederiz
-tam burada ölümü anons edebilir miyiz? –