Kehribaya benzer bu sarı defter,
Turunç kabuğuna benzer nikâbı.
Tordundan iksirli saraya cevher,
Yeni bir ermişin yeni kitabı.
Sevda tufanının Cemal’mış Nuh’u,
Kışkanış şehirde şair güruhu,
Ne vakit Yezdan’e seslense rûhu
Yerden çıkan vahy’e benzer hitabı.
Yezdan – canan – vatan – hep vecd ile,
‘Öp’ redifli coşkun kıtalar hele,
Ne vakit aşkını getirse dile,
‘Buse’ olur sevabın da sevabı.
Onda yurt segisi ürpermiş arslan,
Akıncı cedlerden damarında kan.
‘Tanrı’ der gibi ‘Türk’ dediği zaman,
Yurda sığmaz aşar küçük hesabı.
Din ehli olmakla dünyadan geçme,
Olur mu Kevser’i bekle, su içme?
Bak imam ne diyor, gaflette göçme,
‘Cennet değer yurdun zerre turabı’.
Çoban anlar, sofi anlar, beğ anlar.
Yaşlıda, çocukta tepreşir kanlar.
Şair budur işte baylar bayanlar,
ötekiler taşa çalsın rübabı.
Ey münevver, ey halk, onu dinleyin,
Türk’ün iksiriyle bir serinleyin.
Ayrılığınızı görün, inleyin,
El ele sultana edin itâbı.
İş bitmez muhterem dövünme söyle,
Bu olsun birlikte azm’e vesile,
Artık ne ayrılık, ne hırs, ne hile,
Yansın eski ocak, kırın dolabı.
Tevekkül edip de durman boş yere,
Türkü yok, cirit yok, kurumuş dere,
Kâbe’nin kerpici düşmüş yerlere,
Kaldırın ‘küy’ denen baht-ı harabı.
Ömer bu defter bir eşsiz hediye,
Yollan şükran için Camuşlu köye,
Kısmet olup elin öpmedim diye,
Duyarım köşemde vicdan azabı.
O baş mihraptadır, sazdadır o el,
Ham sofi sanma kim! Hayyam’a bedel,
Sen elest bezminde mest olup da gel,
Sonra içer misin fanî şarabı.
Gönlünde neşveler, gözünde yaşlar,
‘Ömer’ susacakken yeniden başlar,
Ey ‘köycü’ geçinen genç arkadaşlar,
Olun bu imâmın âl u ashâbı.