kimse kendi değildir
bu ruh da benim değildir
kışkırtılmış bir vakitle
odalarda balkonlarda salonlarda
rujsuz dudaklarımda pembesi öğlenin
eksik bir yüz yüzümde
öyle olsun
kindir Ankara ortasında durur
el açar kapıdan kovduğuna nefret
sıkı tutunun kendinize kendinize
şairler bahçesi gri siyah
herkes sis ve ihtiras
sis ve ihtiras
küvetten boşalan kir ama hep var
zilleri hep bir elden öbür ele
araba mezarlığına benzer düşleri
gelmeye korkarlar gitmeden
baktırmak gibi bir dertle yaşlılıkta acılarına
erkeği kadını mezun hüzünden
bir atlıyla gelir kibirleri hâlâ
(düzgün olacaklar ya)
kalpleri doğru olsun
alacaklı silsin defterden kirlerini
Eylül… Yesenin öldü Şeker Ahmet Paşa Fitnat Hanım da
seslerimiz hep birbirine benziyor
giderek ben de anneme
siz ölün
kirden bir nehirle siz ölün
yatmak kalkmak gibi kör bir eylem sevişmek
hizaya sokmak çıkartmak sokmak
inanın her gün gördüğümüz bu
ağlaması bir erkeğin kadının kollarında çok boyutlu
hasta bir ruh depresyon
mide ağrıları sistit ürtiker
her şey bitirmekle başlar demişti annem
kapı arkalarını çöp bidonlarını
(bunu ömrü koklayarak)
bilirsiniz kertenkeleler de dosttur elbet
böyle demişti gişe memuru
bir yalanı ezerken ayağıyla
bir istasyon adı seçerken listeden
çıkarırken onu bunu şunu aradan
ve her şeyi
okulun çatısı çökmüş hep
su taşmış lavabodan
şair Nef’i sokağında anlaşılmaz ulumalar
bir çiçeği soldurmakta hünerli
bir cenini boğmakta usta
hırçın görgüsüz sevimsiz
köpek kusunca rahatlıyor ya insan da öyle
kendini hep nehir sanıyor
büyük bir dağ ya da
ölümlülüğü var kaybetmişliği kaybedecekleri
bilmiyor bilmiyor bilmiyor
bu gövde taş
bu gövde yalan
huzura uzattığımız ayağa
ayakkabı dar geliyor
bekleme