annem yüz yaşını birkaç yıl geçti;
bir buçuk yıldır da, upuzun bir rüyada
kanatlarını deniyor,
katılmak için tanrıya dönen göçmen kuşlara.
yalnızca sütünü içmek, ilaçlarını almak,
bazen de kısa repliklerini fısıldamak için
girip çıkıyor oyunlara.
bu tarafta mı, öteki tarafta mı geçtiği
belli olmayan bir uykuda
dünyanın en güzel, en sevgili yüzünde
dünyanın en güzel, en ışıltılı,
en çok acı, en çok mucize görmüş gözleri…
bugün sütünü içirdikten sonra,
işte o güzel yüzü avuçlarımın içine aldım
ve o güzel gözlerin içine bakarak,
‘güzel yüzün biraz gülümsesin,
güzeller güzeli anacığım, benim! ‘ dedim.
‘bak, ayın ışıması gece için neyse,
senin gülümsemen de benim için öyle!
bak, gecenin sessizliği, derinliği
büyük, güzel ve pırıltılı düşünceler için neyse,
senin gülümsemen de
benim için öyle!
gündüzün aydınlığı, diriliği,
seslerle, renklerle, hikâyelerle dolu sinesi
arayan bir kalp için neyse,
senin gülümsemen de
benim için öyle!
başını biraz çevir ve bakıver dışarı,
bulutun doğurgan gölgesi,
yağmurun hüzünlü ezgisi,
ağacın ruhanî yeşili yeryüzü için neyse,
senin gülücüğün de benim için öyle,
benim için öyle, benim için öyle!
ben bunları söylerken annemin alt çenesi
ve alt dudağı titremeye,
gözleri sulanmaya başladı.
ve sözlerimin ortasında,
onun o, dünyayı uçuşan meleklerle
ve mucizelerle dolduran gencecik tebessümü
belirdi güzel yüzünde önce;
sonra da sessiz sessiz ağlamaya başladı.
o an, başparmağımla işaret parmağım
gözlerime gitti benim de.
tatlı, sıcak bir gözyaşı dalgası
yükseldi içimden, yükseldi, yükseldi ve
yüreğimi, hançeremi, gözlerimi
ve onlarla baktığım şeyleri yakıp kavurdu.