kağşamış duyguların üzerine kurulmuş
gösterişli türbeler olmasın yazdıkların!
ne, insanların ölümden
ödünç aldıkları erdemle
sadaka çanağına bir şeyler bırakıp geçtikleri
tapınak avluları gibi soğuk,
ne kışlalar gibi intizamlı olsunlar,
ne de, herkesin birbirinden yüzünü
ve ruhunu gizleyerek girip çıktığı
‘o bildik sokaklar’ gibi
tende kalabalık, ruhta ıssız mı ıssız…
ne çarık, ne postal, ne artistik paten
giyinsin mısraların!
çıplak ayakla yürümesini bilsinler
buz, köz ya da diken üzerinde;
gösteri için değil ama,
dikenden, buzdan, közden can almak için, can.
kanatlarının ağırlığından
rahat yürüyemiyorlarsa, şiirlerin, karada
gönüllerimizin yükünü çekerek yukarılara,
bölük bölük turna sürüleri gibi geçip gitsinler
taze biçilmiş çayırların üstünden!
yanaklarımızı serinletsin gölgesi, o bin pare kanadın!
sinelerimizi serinletsin rüzgârı,
harabelerimizde uğuldasın,
gönlümüzün tellerini tınlatsın,
rüyalarımızı döllesin!
ve hafiften hışırdatsın sayfalarını
gün gün çevirip geçtiğimiz yaşamak kitabının!
yunus sürüleri gibi geçsin, mısraların, bazen de!
yahut daha küçük, daha süslü balık sürüleri gibi
gündelik öykülerimizin içinden,
derinlik ve ışıma bırakarak peşlerinde.