Bunca çimen, bunca çiçek, bunca ezgi,
bunca ahenk
Ve oyun ve sanat ve rüya ve gerçek…
Bin bir yüz, bin bir maske ve mizansen karşısında
Kaya gibi yerinden oynatılmaz şairler,
‘Sarsılmaz’ şaireler –farkındayım, farkında-
ııh! deyip dudak kıvırıyorlar bana.
Eleştirmenler kem küm edip susuyor.
İsimsiz ve çehresiz okursa, daha güzeline, daha
görkemlisine zaten alışık gibisine
Okuyup geçiyor, okuyup geçiyor
benim ‘şen’ terennümlerimi.
Ve tüketerek, böylece, gizliyor faniliğin
–sanatmış, bilgelikmiş, falan, feşmekân…
her şeyi bir avuç toza çeviren- gündelik elemini.
Bense, inanır mısınız, onlar, şöyle derinden
bir oh çekip rahatlasınlar diye,
Diyorum ki kendime, artık açıklayayım,
Bu, halatları yılanlara çevirme sanatının sırrını,
Bu, bütün zamanların, bütün sanatlar için
bilinen en eski ‘numara’sını!
Dinleyin, siz ey yaratıcı şairler,
siz ey aklın güzellik uykuları,
siz ey akıl hocaları yüreğin,
Kiminiz legolarla, kiminiz sözcüklerle
Pek şirin, pek yüksekçe,
Ama yine de akla ve yüreğe sığan,
Kolay yenilir yutulur kulecikler
dikerken dergi sayfalarında,
Ben, bu gazete köşesinde, ateş yiyen, ateş içen,
ateş soluyan
Ve solungaçlarından, burun deliklerinden,
Gül, yasemin, karanfil vesaire vesaire püskürten
mekanik bir semender icat ettim kendime,
Bir ‘geri dönüşüm’ makinesi, sizin anlayacağınız…
(Şiir makinesi de diyebilirsiniz ona.)
Olay bu, ve ‘numara’ ortada!
Var mı yazdıklarım üstüne başka merak edilen!
Burada, sorulmadan, ben vurayım açığa
daha büyüğünü sırların:
Hayatta herkesin bir hüneri,
bir marifeti var, öyle değil mi ama.
Herkes, kendi cirmine göre, kimi buğday,
kimi mısır, kimi soya fasulyesi,
Kimi de cam çakıl öğüten bir değirmenin mucidi.
Benimki de aslında o kadar farklı değil bundan,
Görünüşte basbayağı o değirmenlerden biri.
Yani buğdayı, mısırı, camı, çakılı
altına, elmasa yahut yakuta çevirmiyor, hayır,
Farkı yok bu bakımdan diğer makinelerden;
Farkı şu: başka değirmenlere tane koyuyorsunuz,
Değirmen una dönüştürüyor onu;
Ama benim sarhoş makinem,
haznesine un ya da kepek ya da kül
ya da duman koyuyorsunuz, misal,
Kanatlarının altından buğday, mısır ya da darı,
Ya da kum çakıl ya da yıldız ya da dediğim gibi
Ağzından gül, burnundan begonya, kulaklarından
karanfil vesaire, vesaire çıkarıveriyor size.