I
şiir dediğin, ruhun sığdığı her yere sığar,
suyun aktığı her yöne akar…
tüylerinizi okşar, derinizi yakar;
beyazsanız zenciyi,
zenciyseniz beyaz adamı dener
yüzünüzde ya da ruhunuzda.
geçmiş, şimdi ve gelecek arasında
çerçi gibi dolaşır,
gezgin otacı gibi…
tazı gibi koşar, arı gibi sızlanır,
tavşan gibi bazen dağa yokuşa koşar.
takarsa kafasına
savunur kanının son damlasına kadar
haremi ve hilafeti
ve ayakta tutar hüzün imparatorluğunu,
ayakta alkışlatır kendini ölülere;
günü gelince de yorulur her ölümlü gibi
pıhtılaşır ve donar;
o zaman da buzdan bir şehir olur
ve felsefeyi de dondurur
karnında sözcüklerin.
ve o baktığında gözünüzün içine
siz, “ben şiirden anlamam,
ben şiirden anlamam! ”
diyerek gözlerinizi kaçırsanız bile
o, hiçbir şey bulamasa sizin için yapacak,
kar olur yağar bir gün
kabrinizin üstüne.
II
aklıma gelince yepyeni bir düşünce,
başından yada kuyruğundan,
artık neresi rast gelirse,
yakaladığım gibi kapatıyorum hemen
cam kavanozuma onu.
daha girer girmez oraya,
ona aç kurt gibi saldıran
kartlaşmış fikirlerle, kurtlanmış formüllerle
baş etmeyi becerir canlı kalabilirse eğer,
günü gelince çıkarıverip ordan
ekiyorum güzelce
ya yerin bir köşeciğine onu,
ya göğün bir köşeciğine,
ya da ruhun bir köşeciğine.
bir tür bahçıvanlık sanatı
bütün sanatlar gibi
bu benim yaptığım da.