Bunları da Okuyun

    Kitaplar Yakılıyor Şiiri – Bertolt Brecht

    29 Aralık 2021

    Kars Şiiri – Cemal Süreya

    29 Aralık 2021

    Mavi, Maviydi Gökyüzü Şiiri – Ahmet Hamdi Tanpınar

    29 Aralık 2021

    Yeniden Şiiri – Cavidan Tümerkan

    29 Aralık 2021

    İdil: LXXXVIII Şiiri – Hasan İzzettin Dinamo

    29 Aralık 2021

    Kanama Şiiri – Ahmet Özer

    29 Aralık 2021

    Uykusuz Tren Şiiri – Ahmet Selçuk İlkan

    28 Aralık 2021

    Akşam Olur Güneş Gider Şiiri – Ignac Kunos

    29 Aralık 2021

    Şimdi, Tam Şimdi Şiiri – James Joyce

    29 Aralık 2021

    Ne Kaldı (Selam Söylen) Şiiri – Dadaloğlu

    29 Aralık 2021
    Facebook Twitter Instagram
    Facebook Twitter Instagram
    Şiirhane
    • Anasayfa
    • Dönemler
      • Cumhuriyet Dönemi
      • Yedi Meşaleciler
      • Fecr-i Ati Topluluğu
      • Garipçiler (1. Yeni)
      • Halk Edebiyatı
      • İkinci Yeniciler
      • Milli Edebiyat
      • Öz (Saf) Şiir Dönemi
      • Tanzimat Edebiyatı (1. Dönem)
      • Tanzimat Edebiyatı (2. Dönem)
      • Tekke ve Tasavvuf Edebiyatı
      • Toplumcu Gerçekçi Şiir Dönemi
      • Servet-i Fünun Edebiyatı
    • Yabancı Şairler
    • Rastgele Şiir
    • İletişim
    Şiirhane
    Anasayfa»Cahit Koytak»Viyanalı Ermiş’in İtirafları Şiiri – Cahit Koytak

    Viyanalı Ermiş’in İtirafları Şiiri – Cahit Koytak

    Cahit Koytak- Cahit Koytak
    Telegram VKontakte Facebook Twitter Pinterest LinkedIn Tumblr Email WhatsApp
    Paylaşın
    Facebook Twitter LinkedIn Pinterest Email

    694.1

    Kaburgalarımdan birini çıkarıp
    Kendime bir eş yaratmayı düşünmüştüm.
    (ki, muhtemelen tıpa tıp bana benzeyecekti, bu):
    ama bu sanatın, şiir yeryüzüne indirilirken
    felsefeyi başına sarmış bulunanlara
    yasaklandığını söylediler bana,

    Ben de, kaburgalarımı
    tensel iğvaların talanına bırakıp,
    kaval kemiğimden bir klarnet yarattım,
    Schubert’in, arınmanın gökçe kaynaklarından
    iniyora benzeyen naiv liedleriyle,
    Bach’ın uhrevi füglerini
    felsefi düşüncenin kodlarına çeviren
    tılsımlı bir klarnet…

    694.2

    Sık sık inançsız olduğuma hükmediyorum
    en az Russell kadar inançsız…
    ama yine de benimki onunki gibi yavan
    ve aptalca değil.

    Çünkü ben bunun için, sanırım, Eyyüb’e imanının
    verdiği keder kadar ağır, karmaşık
    ve bazen düşlerimde bana yüzümü, ellerimi
    kurtlanmış yaralar içinde gösteren
    bazen de Cabridge’deki felsefe derslerimde beni,
    bir filozoftan çok, bir peygamber gibi konuşturan
    sorular taşıdım her zaman yüreğimde.

    Bu soruların yolu, döne dolaşa, her zaman
    gelip şu sereba dayanıyordu:
    Bir gün bu acılı inançsızlığın bağrından
    bir tanrı filizlenip de çıkar mı?

    694.3

    En büyük yaralarını gizlemek için
    sanatta, düşüncede en küçük çiziklerden,
    en ufak falsolardan uzak durmak
    ya da öyle görünmek konusunda
    melekleri geride bırakacak bir titizlik,
    incelik sergileyebiliyor insan.

    Ama incelte incelte, sonunda, kabuğunu
    içindekileri gösterecek duruma
    getirmiş olabileceğini unutuyor.

    yahut unutmuyor da, böyle bir durumun
    gelecek kuşakların damağında bırakacağı
    efsane tadından ötürü
    gizli bir gurur duyuyor;
    gizli ve oyuna hile katan
    bir kumarbazınki kadar şeytanca…

    694.4

    Dürüstlük sanatındaki yeteneğim,
    çağdaşlarımın gözünde beni
    neredeyse mesih konumuna yükseltecek.

    Gerçekte olan şu, dürüstlük taçlandırılınca,
    en basit, en sıradan düşünceler bile
    bir tür vahiy etkisi yaratıyor.

    Bu büyüyü bozmam gerektiğini biliyorum,
    ama bozmak istiyor muyum,
    bundan kuşkuluyum.

    Çünkü fantezi de olsa, şakirtlerimin eliyle sunulan
    bir ‘gökçe krallık’ fikri, ölümü de, hayat gibi,
    bir keder, bir gerçek olmaktan çıkarıp

    bir oyun, bir sanat,
    bir rüyanın mümkün yorumlarından sadece biri
    haline dönüştürüyor.

    694. 5

    yok sayıcılık, bilimi ve mantığı
    kendi tarafında gördüğü her zaman,
    kabadayılık taslayan korkak birinin
    gülünç kahramanlığını yansıtıyor.

    694. 6

    uyanıkken insanların hepsi aynı dünyada yaşarlar,
    ama uykuda herkesin ayrı bir dünyası vardır
    diyor efesli büyük herakles.

    felsefenin uzayında, sözcüklerin, fikirlerin,
    kavramların ve onları, alacakaranlıkları içinde
    seçilebilir kılan yıldızların, güneşlerin
    ve öteki gök cisimlerinin, buz içindeki hareketsiz
    ışıldayıp durdukları insansız alemlerde
    sanırım hiç değilse, benim gibi elli yaşını aşmış
    içindeki derinlerden ya kaçan,
    ya da oralardan kovulmuş bulunan yalnız biri,
    yalnızlıktan kuruyup gitmek üzere olan biri,
    onun elinden eteğinden tutup çekiştiren
    ve gerçekliğe, gerçek dünyaya alıp götüren
    mesela bir oğlu, bir dölü olsun isterdi.

    gözbebeklerinin aynasında ona,
    aynaların başkalarına ve başka koşullarda
    asla göstermeyecekleri kadar uzak,
    çok uzak derinliklerde
    insana kendi çocukluğunu gösteren
    ve bakışlarındaki parıltıyada da babasına,
    soyunun devam edeceğini ima eden
    Davud oğlu süleyman gibi,
    dili ezgilerle, kederlerle,
    bilgeliklerle incelmiş bir oğul…

    694.7

    Aslında o kadar kötüyüm,
    o kadar çirkin şeyler yaptım
    ve çirkin şeyler yaşadım ki,
    Tanrıya inanmak zorundayım!

    Ya da onun öldüğüne ve bıraktığı mirasın
    sefih, kibirli, gösteriş düşkünü oğulları
    (yahut çömezleri)
    tarafından çarçur edildiğinden
    artık haberdar olamayacağına…

    Böyle bir gereksinim içinde yaşamak, bu gidişle,
    erdemli, dinibütün insanlarınkinden daha sek,
    daha mistik bir dindarlık duygusu,
    daha ışıltılı bir erinç
    kazandıracağa benziyor bana.

    694.8

    Delirmemek için felsefe yaptığımı
    düşünebilir miyim?

    yahut içimdeki babilin
    uğultusunu bastırmak için?

    yahut unutturmak için kendime,
    içimdeki babilde de,

    dışımdaki babilde de
    çoktan kaybolup gittiğimi?

    694. 9

    Gençliğimde Tolstoy’un o babasız-oğulsuz incili,
    daracık ve sapa da olsa,
    önümde bir yol olduğu umudunu vermişti bana;

    ama yaşım ilerledikçe,
    keşişlerin, müjiklerin ve şairlerin
    çiğnediği o sarp keçi yolunun da
    benim içimden geçmediği
    ve felsefenin tepesine,
    ayartıcı dil-oyunlarının,
    gösterişli meteforların yardımıyla
    kurduğum manastır eteklerinden
    bir hortum gibi kıvrılıp göğe tırmanmış olduğu
    ve arkasında da bir iz bırakmadığı ortaya çıktı.

    694.10

    Her sabah aynaya bakıp şunu haykırmalıyım:
    “Şehvet düşkünü, zayıf, edepsiz,
    ilkel bir yaratık var senin içinde,
    kendi atığında debelenen bir canavar!
    Bir meyve kurdu!

    Ve işin kötüsü, senden daha zeki;
    çünkü, senin aklını ve yeteneklerini
    -seni, postunda gizlendiği bir aziz,
    bir yalvaç olarak göstermeye yetecek kadar-
    maharetle yönetmesini biliyor.

    694.11

    Bencilliğimi, kendime kene gibi yapışmamı,
    kendime tapınmamı…
    kısacası, içimdeki yılanı
    orada bulunduğu yerde
    saklamak zorundayım.

    bunu şimdilik yapabiliyorum.
    Ama onu kendimden ayırt edemeyecek kadar
    bunayacağım günler gelip çatınca,
    ne yapabilirim; bunu kesitremiyorum.

    Klarnetim ve oynayan yılanımla
    gezici bir tiyatro trampına katılırım belki
    ya da sirk kumpanyasına.

    694.12

    Cehenneme götüren yolun iki yanında
    bağların, bahçelerin, kıyısından geçerken,
    insanlara, cennetin yolunun
    benim hayatımın içinden
    geçmediğini nasıl anlatabilirim?

    Diskurlarımda İsa’yı hortlatıp
    metafiziğin sisleri arasında
    sembolik mantık konuşarak mı?

    Bunu her yapmaya kalkışımda,
    havarilerimin en zekilerinin gözlerinde bile,
    düş kırıklığı yerine, parıldadığını gördüğüm
    o aptalca hayranlık önce gurur veriyor bana,

    ama sonra günlerce, günlerce
    kendimden tiksinti içinde
    yaşatıyor beni.

    694.13

    Bir şair olabilirdim;
    çünkü nereye gidersem gideyim
    tepemde dolaşmasını istediğim
    ipsiz bir uçurtma icat etmekti,
    çocukluğumdan beri, en derinlerdeki emelim.

    Ama ancak felsefenin
    Prens Mişkin’i olabildim.

    Çünkü, bu ipte oynayan düzmece kralların
    omuzlarında dolaşan şeytanları görmeye
    ve göstermeye yetecek kadar saf olmasını,
    saf görünmesini becerebilsem de,
    kendi şeytanlarımı kovmak için,
    zekayı bir kenara bırakıp
    melekleri yardıma çağırmayı
    kendime yakıştıramayacak kadar
    kibirliydim.

    şu da söylenebilir:
    dehamın, hem şeytanları cehennemin
    kapısına kadar kovalamaya,
    hem de onları kendime hayran bırakmaya
    yeteceği inancı aldattı beni.

    694.14

    bir şair, kendisini felsefenin içine kıstıracak
    büyük bir hata yapabilir ve onun bu hatası
    uzayın derinliklerinde yeni bir galaksi,
    yepyeni bir yıldız ailesi,
    bir kozmosu yaratacak kadar büyük
    bir patlamayla sonuçlanabilir.

    ama bir felsefeci, felsefenin içinden biri
    tek başına asla bu cesamette yaratıcı
    bir hata işleyemez.

    onun eli işe fazla yatkındır, çünkü.
    ne yetiştiği tezgah bunu kaldırır,
    ne de onun kullandığı aletler
    bunu yapmasına olanak verir.

    ayrıca, marangozlar birbirlerini tartarken,
    tuhaftır, her şeyden önce, döktükleri yongaların
    birbirine eşit, birbirine benzer
    ve ağacın suyu yönünde
    çıkarılıp çıkarılmadığına
    bakmayı adet edinmişlerdir, nedense.

    694.15

    bu son yıllarda kendimi
    kendimi bir kaya kütlesi gibi yonttum, yonttum…
    başlangıçta, yüzünü elleriyle örtüp
    dizlerinin üstüne kapanaraktan,
    sessiz sessiz ağlayan, yakaran
    bir aziz çıkacağa benziyordu,
    bir kayanın bağrından.

    ama sona yaklaştıkça, içerde,
    karanlığını -matematiksel mantık
    şaşmazlığıyla yönetilen-
    bir yeraltı krallığına dönüştürmek isteyen
    hayalci bir solucanın yuvarlandığı ortaya çıktı;

    krallığının adını da Tractatus
    Logico Phlosophicus koyan
    kör bir solucan.

    694.16

    Tanrının en ilham verici eseri, kuşkusuz, insan;
    Sophoklesin dediği gibi,
    tuhaf, ihtişamlı ve keder verici…

    Ama aynı zamanda, aptal ve müptezel!
    çünkü, her seferinde dönüp arkasına bakar
    ve ruhunun atıklarına da,
    bedenin atıklarına da
    şöyle bir göz atmaktan
    gizli bir keyif duyar.

    İşte Sigmund Freud!
    O da kendi tarzında
    benim yaptığımı yapıyor:
    yerin altında kendisine
    Hasidik bir krallık kurmak için,
    barsak solucanlarını psikanalizleyip,
    lağım faerlerine, hamlet gibi imalı,
    kinayeli cıvıldamasını
    öğretmeye çalışıyor.

    Yani, tutkusunu ve dehasını
    bir çift kanat olarak değil, fakat,
    o da benim gibi,
    cehennemin dibini bulmak için
    kazma ve kürek kullanıyor.

    694. 17

    kendi cangılımıda, kendi kusursuzluk, dürüstlük
    ve erdem saplantılarımın önünden kaçan
    bir av hayvanıyım ben;

    eti yenmeyen, ama derisinden kürk,
    dişlerinden takı, boynuzlarından da
    borazan yapılan.

    ve karnı, felsefenin tapınak kahinleri,
    edebiyatın panayır yalvaçları eliyle
    açılıp, bağırsak falına bakılan…

    694. 18

    Tanrının hem ulrichle, olgayla, ludwigle,
    yani herkesle ayrı ayrı yaşadığı
    küçük küçük hayatları,
    hayatçıkları
    var gibi geliyor bana,
    hem de hepimizin üstünde,
    tek başına,
    mutlak bir yalnızlık içinde yaşadığı
    uçsuz bucaksız ve içine girilemez
    paylaşılamaz, çalınamaz,
    ihlal edilemez
    bir sanatçı hayatı…

    Ve Tanrı, mantığı ve felsefeyi,
    yani aklı ve illiyeti
    -küçük hayatlarımız, burada,
    tenin krallığında içleri daralınca,
    Onun melekler katarıyla
    yerden havalanmasınlar diye olacak-
    bizim için tam yeterli olandan
    belki biraz ağır ve ciddi,
    gerekli olandan biraz büyük
    ve havaleli;

    ama müziği, şiiri ve matematiği,
    buna bağlı olarak, sezgiyi ve hayal gücünü
    -yere göğe sığmayangünahlarımızı
    Onun büyük hayatına,
    sonsuz merhametine
    sığdırabilelim diye, sanıyorum-
    namütenahi olandan belki biraz küçük,
    biraz hafif, biraz hoppa ve cesur,
    biraz da köpük gibi sönümlü
    yaratmışa benziyor.

    Tuhaf, ihtişamlı ve keder verici olan
    -ki trajik diyoruz ona-
    işte bu, bir yanımızın
    tam yeterli olandan biraz büyük ve ağır
    bir yanımızın da,
    kusursuz ve ebedi olandan
    biraz küçük ve hafif tutulmuş
    olmasından ileri geliyor, bence.

    Bunun içindir ki, mantığı matematiğe,
    felsefeyi de şiire dönüştürme çabası
    gençliğimde bana bir oyun zevki,
    bir arınma coşkusu yaşatmış olsa bile,
    şimdi artık bu mümkün gözükmüyor bana.

    Vaktiyle taşlardan sessizliğin,
    yıldızlardan da yalnızlığın dilini
    öğrenmeliydim belki;
    bu fırsatı kaçırdım;
    artık bunu yapamayacak kadar yaşlı,
    huysuz ve tamamlanmış
    buluyorum kendimi.

    694. 19

    Aslında, Nuhun oğlu gibi, işi ağırdan aldım;
    hedonizmin, suçluluk duygusunun,
    kendine eziyetin verdiği sarhoşluklara
    kaptırdım kendimi;
    sular çeneme yükselmeden
    düşüncenin mülkünde tırmanılacak bir dağ
    bulacağım umuduyla avundum
    ve gemiye yetişemedim.

    Ama gelecekte benim incilimi yazacak olanlar,
    benim, ergenlerin mahrem rüyalarını andıran
    yakıcı, esritici, naif aforizmalarımda
    düşüncenin şehvetini keşfeden
    cambridgeli dostlarıma,
    çömezlerime, oda arkadaşlarıma
    mesihçe düşkünlüğüm olarak
    söz edeceklerdir, bütün bunlardan.

    694. 20

    Tanrı, Felsefi Soruşturmalarıma, Değinmelerime,
    şifreli notlarıma, vesaire, şöyle bir göz atıp da
    onları eliyle bir kenara ittikten sonra,
    dönüp bana şunu söyleyecektir:

    Gel, seni kendi gözlerinde yargılayalım, Ludy!
    Başkalarında gördüğünde seni tiksindiren ürperten,
    mideni bulandıran fiilerden
    başlayalım işe! *

    *İtalik yazıların dayandığı orijinal ifade:
    Tanrı bana şöyle diyebilir: Seni kendi ağzınla yargılıyorum, senin kendi eylemlerin, başkalarını onları yaparken gördüğünde seni tiksindiren, titreten eylemlerdi.”

    Cahit Koytak şiirleri Viyanalı Ermiş'in İtirafları Şiiri - Cahit Koytak Viyanalı Ermiş'in İtirafları Şiiri - Cahit Koytak şiiri
    Paylaşın Telegram VKontakte Facebook Twitter Tumblr WhatsApp

    Yazarın Diğer Şiirleri

    Yüreğim Parmağımın Ucunda Şiiri – Cahit Koytak

    Yüreğe Yapılan Dövme Şiiri – Cahit Koytak

    Yol Arkadaşı Şiiri – Cahit Koytak

    Yalnızlık Kayzer’den Daha Güçlüdür Şiiri – Cahit Koytak

    Virtüöz Ölüm Şiiri – Cahit Koytak

    Virginia Wolf’un Dama Taşları Şiiri – Cahit Koytak

    Bunları da Okuyun

    Yüreği Kuşhane Şiiri – Ahmet Ada

    29 Aralık 2021

    Sonbahar Yitiminin Ezgisi Şiiri – Ahmet Ada

    29 Aralık 2021

    Yazarlar Şiiri – Özdemir Asaf

    29 Aralık 2021

    Yapraktı Şiiri – Can Yücel

    28 Aralık 2021
    Bizi Takip Edin
    • Facebook
    • Twitter
    • Instagram
    Çok Okunanlar
    Ahmet Selçuk İlkan

    Niçin? Şiiri – Ahmet Selçuk İlkan

    Ahmet Selçuk İlkan

    İnsanlar sevmeyi unuttu mu ne? Ve de gülmeyi… Başımı kaldırsam kan görüyorum Yoksa kin Peşimde…

    Yanılgı Şiiri – Cahit Sıtkı Tarancı

    29 Aralık 2021

    Yâre Bir Ben Gerek Şiiri – Karacaoğlan

    29 Aralık 2021

    Arapça Kıt‘alar 5 Şiiri – Aziz Mahmud Hüdayi

    29 Aralık 2021
    Hakkımızda
    Hakkımızda

    Şiirsiz kalmayın!

    İletişim: [email protected]

    Şiirler

    Ruhta Olanlar Şiiri – Cahit Koytak

    29 Aralık 2021

    Gözlerinde Şiiri – Antonio Machado

    29 Aralık 2021

    260 Nolu Rubai Şiiri – Ömer Hayyam

    28 Aralık 2021
    Etiketler
    Ahmet Selçuk İlkan şiirleri Pir Sultan Abdal şiirleri Agah şiirleri Abdurrahim Karakoç şiirleri Karacaoğlan şiirleri Necip Fazıl Kısakürek şiirleri Ruhsati şiirleri Aziz Mahmud Hüdayi şiirleri
    Facebook Twitter Instagram
    • Anasayfa
    • İletişim
    © 2025 Şiirhane.
    Tüm hakları edebiyatın birbirinden kıymetli şairlerine aittir.

    Aradığınız şair veya şiirden birkaç kelime yazın.