Sessizce yürüyoruz tepenin yamacında bir akşam.
Alacakaranlığın yoğunlaşan loşluğunda amcamın oğlu
suskun, yanık yüzlü, dingin davranışlı, beyaz giysili
bir dev sanki. Suskunluk bizim erdemimiz.
Atalarımızdan biri iyice yanlız kalmış olmalı
– aptalların arasında bir büyük adam ya da
zavallı bir deli – bize bunca sessizliği öğretebilmek için.
Amcamın oğlu konuştu bu akşam. Kendisi ile çıkıp
çıkmayacağımı sordu. Torinonun uzak fenerinin
yanması seçiliyor duru gecelerde tepeden.
Sen ki Torinoda oturuyorsun dedi bana
‘…..Ama haklısın. Yaşam doğduğun yerden
uzakta sürüp geçer. Yayarlanıp tadını çıkardıktan
sonra benim gibi kırk yaşında döndüğünde
herşeyi yepyeni bulursun. Langhe ise yitip gitmiyor’
Bütün bunları bana İtalyanca söylemiyordu. Ağır
konuştuğu yerel ağız şu tepenin taşları gibi kupkuru.
Yirmi yılın başka dilleri ve denizleri de
etkileyememiş onu. Yürüyor, yorgun köylülerde gördüğüm
yoğun bakışlarıyla yokuşa doğru.