El eleydiler,
Yerdeki toz toprağın içinden
seyrediyorlardı gökteki bulutları,
külrengi denizi.
Bir yerden vinçlerin gürültüsü
geliyordu, doldurulan, boşaltılan
şilepler,
mavnalara bindirilen vagonların
tekerlekleri arasından
bir çeşmeyi, bir ağacı, bir
kırlangıç yuvasını görüyorlardı sanki..
Öyle duruyorlardı.
Bildikleri bütün sözcükleri susarak
yöneliyorlar, ezberlerindeki
renklerin birbirine akarak
biriktirdiği gölde
bir kayığın yosunlu bir iskeleye
yanaşmasını bekliyorlardı.
Belli belirsiz bir kaval sesi
karışıyordu sokak satıcılarının
bağrışmalarına..
El ele, bitkin, kaygılı bir ezinti içinde
han kahvesine bıraktıkları,
tulum peyniri, bulgur, dut kurusu
avluda esans satan kitapçının
cam kutularından yansıyordu
kararan yüreklerine..
Birden, taş baskısı kitap
kapaklarının birinden,
Hazreti Ali Düldülüyle çıkıp geliyor
alıp Hayber Geçidinden Kan Kalesine
götürüyordu onları Zülfikarla
ikiye böldüğü gecede..
Gecenin bir dilimi soğuk çöl,
öbürü kızaran şafak, kızan kumdu.
El ele bekliyor, beklerken
kuru bir kan tortusuna dönüyordu
istekleri..