Bunları da Okuyun
Nurullah Genç şiirleri
Aşkın ve acının vadilerinden Geçerek yürümeyi öğrendi kalbim Gözlerin var mıydı senin Görebilir miydin duygularımın Maverada açan çiçeklerini Ellerin var…
bu şiirde iki göz var biri senin; biri onun Senin o karanlık, küf kokulu matem gözlerini terkediyorum biliyorum; saçlarının sarısı…
canevinde bir buse oldu mu bu intizâr çigneyip kararttı mı tenini tenim kadar kahrıyla basmayınca kalbine, agladın mı agrıyan yerlerine…
aynalar, duydunuz mu kahrı kıskandıgımı ona bile sessizce gülümsemis olmalı söyleyin bu azaba derinden kandıgımı gözüm dahi dokunsa gülüme, vurulmalı…
“baska zaman gelirim! ” deyip gidisine ne zaman? ! .. Çesmelerden zehir aktıgında mı bir damla kıvılcımın çölü yaktıgında mı…
mağrur camekânlara bakıp da ezildi mi pırlanta çocukları görüp de üzüldü mü bayramda, bayramlığın’ giydirdin mi babası kapkara gecelerde yanar…
hani kusun rüyası, fakirin ekmegiydi uzagında olanlar kandan elbise giydi bir umudun kalmıstı elimde; aldın onu basıma tâc eyledin bir…
kusları gizler sende, feslegenleri gizler rıhtımında geceyi aglatıyor denizler alıngan martılara bırakma düslerimi incitme kirpiginde kalan gülüslerimi tahammül sularında batıyor…
malihulya mührünü parçaladım yeisin yüregim kalemine sızdı Pîri Reis’in zambak oldu içimde intikam arabası kapıyı açın bana gülümün akrabası çiçekleri…
üşüttün mü kundağını yayarken incittin mi beşiğine koyarken emzirmeyip ağlattın mı anası sen yanmazsan gülüme kim yanası adımları çaresizlik kokmasın…
Güllübağları’na ejder mi çöktü çöküp de, yoluma zehir mi döktü yılan gibi kıvrılırken karanlık perdelerde boğulmayın bir anlık uçurumda mahsur…
ey O’nunla konuşan, gülümseyen, yürüyen dostluğun en gizemli vâdisini bürüyen yanında mı söylerdi ormancı türküsünü sen de farkeder miydin cihannümâ…
gördün mü devleri, mecnun cinleri ciğer kanı içen bahçıvanların nefesinde uçan güvercinleri sekiz bahçenin tacını sekiz köşkün Hallac’ını gördün mü…
kurabilseydi bebek, yıkılan Halepçe’yi kırabilirdi hayal bu memnu kelepçeyi çiçekli bir hânüman gördügünde, yâd olan içinde tebessümler biriktirip, sâd olan…
Çift başlı yılanlar çıktı kabirden Tokmaklar inmeye başladı birden Beynime saplandı zehirli oklar Kıpkızıl kan ile doldu oluklar Tokmaklar inmeye…
ey babamın otağında bulunmuş ey göklere elif gibi salınmış sordum O’nu suda büyüyenlere cıva havuzunda uyuyanlara Bağ-ı Halvet’e Bağ-ı Vefa’ya…
Hicrân rüzgârıyım, işkence seli Kuşandım sevginin intizârını Mecnun, yüreğine saldığım deli Bitmeyen bir aşkın ihtirâsınıHicrân rüzgârıyım; alevden tahtım Benliğim hasretle…
Ve bir gün sarsılacak içinde son tebessüm Dudaklarında şarkı buzları, nağme kanı Sen bildiğin gibi dur yolların ortasında Gömmenin gölgesi…
o aşk, kalbime çöken ağır bir yüktü Rabbim o aşk, ruhumun bile belini büktü Rabbim kristalin içinde incimi parçaladı çakallarla…
Dara çekerken hüzün mutluluk hallacını Tarih kim bilir nerde kaybetmiştir tacınıŞair sessiz ölmeli “âh” kokulu her izde Akacak yön kalmamış…