Bunları da Okuyun
Browsing: Yılmaz Erdoğan şiirleri
Karşılaştığımız her güçlükSize kazandırmayan her hamleÖfkeyi büyütür içimizdeBir tatsız emanet gibiSıkışıp kalır içimizde kızgınlıkDışarı atsan belaİçeride tutsan ülserDerdimiz dermana ulaşmaz…
Bahçe kapısından sızdılar… Aralık kalmış neresi varsa hayatımın… Bünyede bastırılmamış ne kadar isyan varsa ordan. Daha asitli bir yalnızlık için…
saçakların buz kırgını soğuk fırtınalar boranlar yara doğru sanrılar durulur duyulmaz vakitlerden kehribar şehr-i sefahatti kol kanat gerilmiş kuşaklar tetikte…
Ceyhan depremi ve Kerim Tekin içinyakayıp geçti tramvay atmosfer yakıverdi sızılayıp yıldızların en haylazını hey gidi başıbozuk ayarsız gemi azıya…
kısaydı kalem ömrü yetmedi uzamaya kaybolmuş tılsımlı aceleci bir gezginin kurulmuş kumsaatiydi ağlamayaadını soruyorlar adını söylemiyorhırçın bir yağmurum ben harflerim…
nerden baksan üzünçgiller akşamdan kalma uyuşuk bir keyif sofrada geceleri temize çekiyorum steril satırlarlaseni düşünüyorum kimseye belli etmeden nerden baksan…
İkimizde seni seviyoruz ne güzel Olmuş yerlerine bakıyoruz Bütün aynalarda ikimizde seni beğeniyoruz ne güzel mevsimler geçiyor üstümüzden susuz bir…
açılır içimin yaz gülmeleri iyi yazılmış kötü okunan şiirler gibi vazgeçilebilir bir öğlesonrası tadından yenmiyorsa tadı nasıl biliniyor mademki yenmiyor…
astarı erken sarkmış kirasız kaygısız belki kefilsiz bile et kokusunda bir vitrin özlemiyle büyütülmüş bir kasabada ölmeliydim aslında on yıl…
Kilitlenmiş beton kanatları kuşların Oksit gibi yakışkan bir mayışmayla ağarmış gün Pas tutan kelimeler için bir iksir belki de Ya…
önce hain bir uykunun sevimsiz sabahı gibi sıradan mahmur, aynı sabahın ilk sıcak çayı gibi ferah bir karşılaşma… -merhaba!sonra güzel…
aydın tolan’amelekler gibi öldü melekler ölür mü hiç? bilmem… ama ölürse mutlaka böyle ölür…
bavuluma dağınıklığımı koydum iç çamaşırı kazak filan kağıt kalem almıyorum otellerde var antetli kimsesizliğimle kalıyorum geceleri kirpiklerimin yardımıyla kapıyorum perdeleri…
günler güz yanığı sonsuza giden raylarda gümüş kum susan çöller gibi yalana buyruk akıyor bıkıyor zaman… senin maviliğinden eser yok…
hiçbir kelimesini kullanmıyorum eski hikayelerimin. yeni sözlerde yıpranmış şeyler vardır. toz, buğu ya da kir. nasıl sevinirse bir kedi, bir…
sevmek bir şey değil de sevinmek kötü be, kumruların kumsalların bulutların aşkına mecburduk da yazdık kirli sakallı sabahların namına öylesine…
pencerem boş bahçesine bakar gri bir lisenin içimde servislere dağılır çocuklar ve yürüyerek bitirir okulu küçük esnafın çilli çocuklarıpencerem on…
mum yanar mum ışıldar kendileri yoktur gölgeleri oluşur ferinden korkulsa da rahmetin yenilmez toprağa can katmanın kudreti bir ömre kaç…
iyileşmez hiçbir yara bilirsin tortusu kalır hangi ses unutturabilir ilk bıçağın yankısını sende rehin kalmıştır gecenin saplantısıhiçbir yara hiçbir zaman…
nasıl hecelersen hecele hep aynı biçimde yazılıyor ayrılıkçok yol bilenler geçti ayağını yordamına göre uzatan kurdun kuşun bileceği hal değilmiş…