deniz gitti dibe yorumlanamazcasına yuvarlanıp dibe gitti
yargısının mutluluğunun efendiliğini de olgunca tadıp
sesi şarkısını söylüyor kırların temiz ve sadeliğindeki
dibe gitti deniz en derin olan kuyusuna dibin
dibe gitti deniz en derinine koyu balçığının
erotik çağının tutkun sıfatına da uygundu uzayan gölgeleri
öğle vakti sana bir anısını anlatıyorum sözlerin
çılgın gibi sana bakıyorlardı
harfleri doğru dürüst çözülememiş bir alfabe gibi dilimize
duvarının ta dibinden dikkat et öfke uzuyor
gökyüzünün duyarlı şaraplarını taşırıyor julian bream
tiyatrona kızılay sodası da yapışmış
ve her çağımda bir şiirim soluk alıp verir kendi zenginliğiyle
yağmurlarının altında yüreğinle delice susayarak
ay ışığının paltosunun üşümesi büyüyor melikenin ağzında
kolunuza girebilir miyim deyip girerek
sıcaklığımdan imzasını sulayarak gür saçlarının
banıp geliyorken ilk çağ yelkenlerime kalçaları
melikenin değdikçe göğüs uçları melteminin takvimlerine
parmaklarımın aynalarındaki eciş bücüş şeytan maskelerini veto ediyorum
lâv resimli çırılçıplaklığımın adaleli fotoğraflarını seçiyorken
yeşilırmağın elma kokulu düşlerimdeki genelevlerinin
tükenmez şallarına bürünürken sokaklarım
umarsızlığımın yitmiş sembollerindeki sevda cumhuriyetimin
yüreğini süresiz ve ödünsüz pompalayan kıyasıya
en saf zümrütünden oluşan asidinde bittim senin kı-nın-mı
sancısı derin bakışlı süt rengi olunca da alevimde anı taşıverdi
deli kirpiklerinden ve göz uçlarından akıp sürüklenen yüreğinin
kesitleri için peşinatsız çıkarlı beni seviyordun