Bu gece ay bir tomar ışık düşürdü bağrıma. Gece susuz, sessiz ve Lacivert. Alıştık, bittik mon ami. Kökü su’dan çektik. Kuruttuk, alıştık, bitirdik.
“Alışmak ağır ağır tükenmektir, tüketmektir” denir ya inanmamıştım o zamanlar bu bilgece söze. Oysa sonradan, anladım yakından bakınca servilere, servilerin nasıl birbirine alışıp sessiz sessiz eskidiğine.
Bir de bu çağda tez tüketilen, çok tüketilen, vitrinlere kalplerle, öpücüklerle serpiştirilmiş bir meta oldun sen. Ya nice lekeli flörtlere konu olmana ne demeli senin?
Vakit dövüldü alışkanlığın yıpratan tavında, yıprandın kısa ve ucuz bakışların pazarlıklı, hesaplı kıskacında sen.
Eskidin Lise kitaplarından birinin sayfaları arasında kuruyup, unutulmuş gül gibi. İncindin zamana yenilip kaldırıma düşen ve hırpalanıp ezilen sarı bir yaprak gibi. Saptırıldın, burkuldun, incitildin ve kırıldın o narince belinden.
Oysa ben şimdi;
Ben şimdi seni keşfe çıktım. Kızgın kum fırtınalarında savrulan saçlarımı nice bin on dört Şubatlara bırakarak.
Seni bulmaya çıktığımda bir serabın kuytusunda ki gölgede mi bekliyordun?
Vaha mıydın, güneş miydin, çöl müydün, aynası mıydın ruhumun bütün bir Ağustosları avuçlarında yakıp kül eden?
Büyücü müydün her şeyi gözlerinde bitiren, gözlerinde yeşerten, gözlerinde yaşatan, gözlerinde dirilten, gözlerinde öldüren.
Celladım mıydın, yoksa kurbanım mı beni tenhalarda bekleyen?
Ay ışığım, gün ışığım, yıldızlı göğüm, Lacivert gecem miydin sen benim.
Ah ma chére!
Bu yorgun ve çılgın ruhumun yükü ne denli ağırlaşsa da gözlerin bin yıllık yolları bir arşın yapacak kadar gerçek.
Gözlerin senli sensizliklerin serap ve hüznünü bayrama dönüştüren bilge.
Gözlerin bedenimde yeşeren yepyeni bir gül fidanı ma chére.
Gözlerin bir ömrün hülyası, bir ömrün rüyası, bir ömrün hasılası.
Gözlerin hudutsuz, boyutsuz, doyumsuz bir sevdanın çizgilerinde yaşayan çözümsüz bir aşk matematiği.
Gözlerin yağmurlarla toprağa karışan diriltici bir iksir.
ma chére
ma chére
ah!