“Ben değiştim” gözleriyle bakıyor
karşımdaki ‘yabancı’,
biliyor ki ben de ‘eski ben’ değilim,
ve bunu dillendirmeme konusunda
-sanki- sessiz bir sözleşme var aramızda;
birimiz konuşurken (dalgın sözcükler
uçuşurken bezginlikler odasında) ,
öbürünün aklı uzaklarda oluyor
(bir Aşk’ın ‘narenciye bahçesi’ kuruyor o
‘uzaklar’da) .
Arada bir birbirimize ‘uyandığımızda’
o uzak, eski Aşk’tan
gazel yapraklar yağıyor aramıza.
Artık başlıca işimiz -hiç çaresiz-
birbirine ölen iki ruh ve gövdenin
acıklı seslerini dinletmek birbirimize.
Onca yaşanmışlıktan geriye kalan:
içlerinden ‘hiçliğin’ uğultuları gelen
iki boş deniz kabuğu işte.