Hiçbir zaman bu savaş alanında ölmeyecek onlar
ne kurtların gölgesi içine alacak sürülerini ne de savaşı yitirmek
için bekleyen ufka değin uzlaşmış buğdaylar
Hiç ölen olmayacak alçak midelerine tıkılsın diye
ne de yığın yığın parıldayan
gözlerinde
Kimsenin bu alanda ölmediğine inanmaktansa
Açlıktan titreşelim diyecekler kuru dilleriyle
Hiçbir zaman ölmeyecek birbirine sarılı savaşanlar
Soluk soluğa birbirine bakarak ölünmez ki hiç
kımıltısız ışıksız hiçbir şey yok ellerinde
salt bir at soluk soluğa bir at kalkan kalkanın ardında
ışığın yaldızladığı bir miğferli göz
ah ne güç ölmek mızrakların örtüsü içinde
Ya bu sancaklar! işaretlerini öfkeyle sürüklemek istermişçesine
göğün karanlıklarına açılmış bu sancaklar
En soğuk ırmakların kenarına çizilmiş ordular
sanki demirden kafatasları sıralanmış –
kimse ölmeyecekmiş gibi sanki
her savaşçının ağzı bir şatodur türkülerle dolu
her demirden yumruk düşlerde bir çan
Altından çığlıklar
ne çok isterdim böyle bir savaşa katılmak!
elinde parlak mızrağıyla kırmızı bayrak kara atına
binmiş gümüşten bir savaşçı hiç ölmemek sonsuz olmak isterdim
savaş tablosunun o yaldızlı prensi
Yeni Dergi, Ağustos 1969, sayı: 59, s.126-127
Çeviri: Salih BOZOK