Senin artık gülmekten vazgeçtiğin gün
topladım bu hurûfât tozlarını.
Gözlerindeki ışığa yeniden dokundum,rutubetli
sabrını yarıladım,badem çiçekleriyle
tazelenen gönül bağını yağmurlu
vedalara bağışladım…
Ki orada, o cefa yurdunda, tüyleri su
duasına çıkmış figan
içinde kavrulan bir
titreyiş
tin sen…
Habersizce varılan bu ıssız
yolculukta, yüzüme üflenen siyah
dakikaları sen
say!
Sensay, helak
oluş provasında çırpınan acziyet
liflerini.. O panik
halinin şiddetinde gezinen kasvet
ve muhabbeti…
Ve artık bütün aynaları ihmal
et; geri çekil ve seyret: Hangi betbaht
sine tahammül gösterebilir senin göz
bebeklerinle hükmettiğin bu vahşi dansa? Ruhumda
doğuştan gelen bunca metalik kusuru böyle
çabuk ve muntazam kim
setredebilir? Bundan böyle dudakların hangi
harfe kilitlenecek, son defa kalbine
sensor!
Ben ki, bu ummanı çoktan
kuruttum! Kuru bir gül
deseni gibi saçlarının huzurunda sedef
seccadelere saçıldım…
Dilinin oyuklarında çocukları
uyandıracak başka ne kaldı
diye sormayı hiç düşünmedim o tuhaf limon
ağacında sudan bir sebeple sendelerken.
Avucunun tiklerini her saat başı rüzgarın
kumuyla ovmanın anlamı ne
demeden önce, ayak bileklerine varoluş
kımıltısı zerkeden sarışın heyecanına dönüp
bakmayı aklımdan geçirmedim.
Kederli silüetini iyiliklerle dondurdum..
Sesindeki zayiata alıştım..
Kalbimi mecalsiz
bırakan kaybediş
sözleriydi iki yakana bütün
teferruatıyla iliştirdiğim fısıltılı
dilekler. Ruhumun ihyası
adına kınına sokulduğum o kadim kelimeler
bile alnımın çatısına biraz
olsun pey vermedi..
İyi ki bu yaşta beni kabahatli
kılacak çocuksu huylarım var
diyerek sürdürdüğüm sersemlik
halim, giderek seni
daha çok soldurmanın naçiz sıfatı
olmakta gecikmedi…
Çok uyumaktan sararan dişlerim
için biriktirdiğim bu mayhoş lezzet,
senin dumanlı susuşuna çarpan beyaz
mecazi bir kokuya dönüştü.
Ağlamaktan kırıldığın gibi sükûn
buldu herşey..
Sonunda hayata yaptığın yas
dolu teklif, irili
ufaklı bir çok ham hevesi söktü
aldı benden..
Günün birinde lalelerle serinlemek
hayali, meçhul bir zamanın koyu
karanlık girdabına sıkıştı
kaldı..
Ve göğsümde yeis
içinde didişen kimse için değilim ben! sayhası, senin
sesinle ıslandığım her gün sanki
biraz daha kabardı..
…
Nihayet bitti!
Ve başladı o keten rüyanın ömrümü
sızlatan hışırtısı diyebilecek
kadar uzun ömürlü
olmam gerekmeyecek..
Belki de o mel’un
tuzağı bir daha hiç
demeneyecek, mazinin ıslak
teniyle nabzımı uyuşturmayacak, babaların
hareli sırrını büyük
bir iştahla kazıyacağım hayatın
canını sıkan toplu fotoğraf
albümünden..
Belki de neden
sonra yanılacak hafızam..
İkiz bir harf
gibi sayıklanacağım dünyanın sonunu
sayıklayan o mûtena sarnıçta.
Hiç kalbim kalmayacak! ..