Uyuyordum doruğunda dağın. Ve güzeldi
yılların yıprattığı yıktığı gövdem.
Yukarda, elen ormanında, yavaşlatıyordu
Kentaur dörtnal koşusunu
gözetlemek için uykumu. Hoşlanıyordum
düş görmek için uyumaktan ve o öteki,
bellekten kurtulan arındırıcı düşe kavuşmak için
yeryüzünü yaşamanın yükünden kurtaran
düşe kavuşmak için uyumaktan.
Tanrıça Diane, o aynı zamanda ay olan,
görüyordu uyuduğumu dağın üzerinde.
İndi, yavaşça, kollarıma.
Altın ve aşk, yanan gecede!
Sıkıyordum ölümlü gözkapaklarımı.
Görmek istemiyordum, balçık dudaklarımın
kutsallığına saygısız davrandığı yüzü.
İçime çektim ayın kokusunu
ve adımı ünledi ölümsüz sesi.
Kavuşan arık yanaklar!
Aşkın ve gecenin ırmakları!
İnsan buseleri ve gerilimi yayın!
Bilmiyorum ne kadar sürdü mutluluğum.
Öyle şeyler vardır ki ne salkım
ölçebilir ne çiçek ne de narin kar.
Herkes kaçtı benden. Korkutuyordu herkesi
ayın gönül verip sevdiği erkek.
Yıllar geçti. Çılgına çeviriyor beni,
bir korku, uyandığım zaman. Düşünüyorum,
gerçek miydi, bir düş müydü yoksa
dağın doruğunda yaşadığım o altın çalkantı.
Boş yere tekrarlıyorum kendi kendime
geçmişin anısı ve düş, tek ve aynı şeydir diye.
Yalnızlığım dolaşıyor yavan yollarında
yeryüzünün; ama ben, arıyorum,
hep arıyorum, eskil gecesinde tanrıların,
o duygusuz ayı, kızını Zeus’ün.