Gölün yüzü kamaşıyor güneşten,uykusu gelmiş
kedi kamaşıyor. Mırıltısını da rüzgar veriyor,
önce hafiften, sonra da hafiften. Rüzgarın durgun
yüze katkısı binbir biçim, binbir değişim. Su
mağmalaşıyor, mağma derin uykusunda, o da
kamaşıyor.Gölün yüzünü ancak bir kez
görebiliyoruz.
Gördüğümüz gölün yalnızca bir biçim yüzü.
Biçim değişiyor, bir öteki, bir biz… Durgun su
rüzgarda tıpkı hayat.
Hayat gibi durgun su rüzgarda.
Tef çalan hep aynı ritmi vurduğunu sanır. Biz de
aynı ritmi duyduğumuzu. Kulak karmaşadan
korumak için uydurmuş olmalı, aynı olanı.
Kaostan. Kalabalık kaynaşıyor.
şehirler su.
Çarşılar düzenli bir ritm arıyor, dirençli, dalgasız.
Baharat çarşıları bile bunu aradı yıllarca. İklim,
eşkiyalar, karum tüccarları, ve
yeni masallar, suyu
bulan
dırırlardı.
Kümbetli bir adam vardı. Yaşlı bir adam,
bir deliymiş meğer, öyle dediler. Konuşur
ken konumunu değiştirirdi durmadan, konuştuğu
kişi olurdu.
Aşkın bir adamdı, deli dediler. Ötekine uyup,
delirdi, çok geçmeden öldü. şimdi bir yatırı var
adamın.Köylüler ziyaret ediyor her nevruz, doğa
değiştikçe insan kendini navrağaz sanıyor adamın
anılarına hürmeten; çiçek arı, arıysa iyilik olan
herşey.
Çalışıyor köle değil, dans diyor dansçı değil,
geziyor gezgin değil, biriktiriyor mülkiyet
bilmiyor ve müziği ki doğanın keman sesi,
müzisyen değil…
Hiçbir şey benzeşmez, benzeşme ülküseldi, ama
yine de sözcükler ben olur, sen olur…