Altınkum vapuru,
Düdüğünü üç def’a
Kesik – kesik öttürerek,
Yeniköy’den Tarabya’ya doğru
Geniş bir kavis çizerek,
Bacasından bıraktığı,
Bir araba kara dumanı da,
Ciğerlerimize sindirerek,
Bir martı’nın
Kanadında sır’oldu;
Çocukluk günlerinin
Tatlı anıları da,
Arkasındaki köpüklü yolda,
Ve mavilikler arasında
Yaşantımıza doldu..
Altınkum vapuru,
Kırk yıl evvel
Göksu’dan kalkıp da,
Anadolu Hisarı’nın,
Ahşap iskelesine
Gıcırdaya – gıcırdaya yanaşırken,
Ve beyaz – bembeyaz gövdesine,
Mavi – masmavi dalgalar çarparken,
Kuleli Lisesi öğrencileri,
Hisar’ın Boğaziçi sahilleriyle
Öpüşen çayırında,
Tüfek çatarlardı,
Talim yaparlardı,
Anadolu Hisarı’nın
En güzel kızı
Affan abla’ya,
Gülücükler dağıtarak bakarlardı.
O güzel yılların
Dünya’dan da,
Aşk’tan da habersiz
Minnacık kalbi,
Bando – mızıkanın çaldığı
İzmir Marşı’nı duyduğunda,
Heyecandan coşardı.
Altınkum vapuru’nu,
Kırk yıl sonra
Karşımda gördüğümde,
Kaybettiği kurgulu
Oyuncak motorunu bulan,
Çocuklar gibi sevindim,
Ürperdim;
Bir anda
Karşı sahillerle düğümlendim..
Yıllar önce
Yitirdiğim dünya ile,
Yeniden sihirlendim,
Derinlemesine filizlendim..
Hisar’ın yemyeşil çayırında,
Ali Usta’da artık yokdu.
Ve kocaman kara kazaniyle,
Mısır haşlamıyordu
Kuleli liselilere;
Sivri külahiyle,
Bir elinde de
Rengârenk tefiyle,
Ve işlemeli
Tahta maşasiyle
Kavuklu Hamdi efendi de,
Pişekâr (*) İsmail’le
Ortaoyunu oynamıyordu.
(*) Pişekar: San’atçı Hokkabaz ile Oraoyunu’nda ustanın
yardakçısı.
Kahkahalar savurtmuyordu
Çucuklarla – büyüklere;
Üstü bez örtülü sandallar da
Gidip – gelmiyordu,
Göksu Deresi’nin
Yosun kokan durgunluğunda;
Genç sevgililer
Ve de Affan Abla,
Yaramaz arkadaşlariyle
Kaçamak yaşantılarını
Sürdürmüyorlardı,
Hamdi Bey’in köşküne uzanan,
Kırk merdivenli,
Arnavut kaldırımlı
Yolun bitimindeki
Elektrik direğinin dibinde,
Sessiz – keyfince..
Artık mendil de sallamıyordu
Altınkum’un yolcuları;
Eskisi gibi gülmüyordu,
Üç def’a kesik – kesik
Düdük de öttürmüyordu
Vapur’un kaptanları,
Zaman, sevinçleri de
Beraberinde mi sürüklüyordu,
Ve birer – birer lâmbaları
Birer birer söndürüyordu? .
Yalıların kafesli pencerelerinde
Unutulan neydi?
Sessizliğine
Bilinmiyordu? .
Beyaz kasketli
Kaptanlar da mı yorulmuşdu?
Yoksa Altınkum mu susmuşdu
Diye dalmışken derin, nemli
Ve sisli bir düşünceye;
Altınkum’un arkasındaki
Beyaz ince köpük,
O anda
Pırıl – pırıl
Filizi bir iz’e dönüşdü,
Bir çift yeşil dalgınlığın
Tebessümüyle öpüşdü..
Altınkum’un peşinde bırakdığı
Minik küçük dalgacıklar,
Ürpererek – sevinerek,
Sırt – sırta da vererek,
Seksek oynayan
Çocuklar gibi tekleyerek;
Ürkek – ürkek adımlarla
Sahile doğru koşuşdular,
Gül kokan eski bahçelerdeki
Geçmiş sabahları tutuşturdular..
Altınkum vapuru,
Yeşil bakışları da tazeleyerek
Ve sessizliğine yüklenerek,
Düdüğünü de ince – ince öttürerek
Gözlerden kayboldu;
Eski anılar da
Arkasında tümden kahroldu,
Dalgınlıkların en güzeli
Boğaziçi kıyılarında,
Yeniden düşlere doldu.