Cennet Boğaziçi’nde
Mavi’den gri’ye çalan,
Rüzgârların ürperten esintisinde
Filizi’den nefti’ye kaçan,
Ve bu sihirli sessizliklerde
Bozbulanık akan dalgaları,
Cıvıl-cıvıl akıntıları hışırtıları,
Güneş doğarken ve batarken
Gözlerinle kucaklayabildin mi?
Ohh be, dünya varmış diyebildinmi?
Sular ışıl-ışıl yanarken
Eflatun’la kırmızı’yla,
Ve de binbir çeşit
Mavi’nin – lâciverdin
Arasına serpilirken,
Pembeliklerle tutuşurken,
Alev-alev sularla konuşurken,
Avuç-avuç renklerin
Sedef beyazıyla yoğrulduğunu,
Boğaziçi’nde tüm güzelliklerin
Bulutların gölgeleriyle
Sarmaş-dolaş olduğunu;
Sevimli minik köpüklerin,
Elele vererek, devrilerek,
Üstüste dürülerek-süzülerek,
Sağanak-sağanak ışınlarla da öpüşerek
Doyumsuz kahkahalar attığını,
Çılgınca çalkandığını;
Kulaklarını çınlattığını,
Kıyılarda düğümlenip güldüğünü,
Uzaklaştıkça dağılıp çözüldüğünü,
Yaşantın boyu görebildin mi hiç?
Bu renkli tablo’da doğayı doyasıya iç
Ki, hatırlama karanlıkları ve ölümü.
Yüreğindeki paslı kördüğümü,
Boğaziçi’ndeki görkemli
Gülen, ağlayan, yakaran
Ve konuşan dalgalardaki
İç çekişmeleri inlemeleri,
Balıkların oltalara takılan
Göz yaşlarında tutabildin mi?
Yaşantının o koskocaman
Bilmecesini çözebildin mi?
Sularla oynaşan ışıkların
Savurdukları renkli kahkahalarla
Beraber olabilsen de
Bu cennet yörede;
Bir akşamüzeri,
Yitirilmiş Boğaziçi’ni
Gözlerinle değil
Sevgilerinle okşayabilsen de,
Bir martının kanatlarında
Eski anıların da uzantılarında
“Altınkum Vapuru”na ulaşabildin mi?
Kaptan Köşkü’ne konabildin mi?
Anadolu Hisarı’ndaki
Gıcırdayan ahşap iskeledeki
Tuzlu, yıpranmış eski halatları
Çocukluk günlerindeki gibi
Küçük avuçlurınla tutabildin mi?
Ve de maviliklerin sevimli
Gülücükler dağıttığı ürpertileri,
Yürekten doyasıya sarabildin mi?
Çözülen gül bahçelerinin
Genzini-yakan kavuran
O iç açan, yaprak yaprak savrulan
Kokularını duyabildin mi?
Yıllar öncesinde olduğu gibi
Ohh be, cânım Boğaziçi’m diyebildin mi?
O halde niçin kederlenirsin ki?