(Boğaziçi’nin Düşündürdüğü)
İlkbaharların
Ilık – ılık esen rüzgârlarını,
Denizlerin,
Ruhumuzu dinlendiren dalgalarını
Kovalamak – kucaklamak;
Doğa’nın rengarenk çiçeklerini
Soluk alıp-verir gibi,
Derinlemesine koklamak varken;
Donuk-soğuk mevsimleri
Ve de yaşam süresi
Kaçtığımızı sandığımız,
Her an adım adım
Yaklaştığımız halde,
Uzaklaştığımıza
Kendimizi inandırdığımız,
Ölümü düşünmemek;
Bu acı gerçeği
Düşlememek niye?
Ağaçların dallarını,
Nemli yapraklarını;
Işıklı renklerini,
Kır çiçeklerini-çimenlerini
Gönlünce avuçlamayı,
Sevgilinin saçlarını
Okşar gibi koklamayı
Yürekten solumayı,
Ömrünce yanında olmayı
İstemez misin?
O halde,
Yaşantının tüm güzelliklerinden,
Ve sevdiklerinden
Niçin uzaklaşmak – kaçmak;
Sessiz bir dünya’ya
Demir atmak isteğiyle çırpınmak? ..
Sevmek, mevsimler boyu delice,
Sonbaharda gönlünce
Ve sevilmek dilediğince;
Boğaziçi’nin
Cennet sahillerinde,
Ölümü unutmak – uzaklaşmak
Yaprak – yaprak
Çiçekleri kopararak,
Bütün renklerle dolmak;
Sarıyı, kırmızıyı, yeşili, koklamak,
Maviyle sarmaş-dolaş olmak,
Ve sabahların ilk aydınlığnda,
Daldan dala sıçrayan,
Kaldırımlarda oynaşan
Minik serçelerin
Cıvıltılı sesleriyle uyanmak,
Aşkı yeniden kucaklamak,
Boğaziçi’ni sayıklamak
Ve düşlerde okşamak varken;
Niçin ama niçin,
Karanlık-kapkaranlık
Bulutlara-dünyalara
Özlem duymak,
Onlara doğru çılgınca
Koşmak…Koşmak…Koşmak,
Ve yaklaşmak isteğiyle kavrulmak? ..
Çevreniz sevdiklerinizle de
Dolup-taşsa, boşalsa,
Yüreğiniz dostlarla da kucaklaşsa,
Niçin zaman zaman
Yaşantının aydınlığına aldırmadan,
Karamsar bir yalnızlığa sürüklenirsiniz?
Ve bu güzelim dünyadan
Çekip gitmek istersiniz? ..
Ne çabukta unutursunuz:
Aşklarınızı, öpücüklerinizi, sevdiklerinizi
Bulutları doyasıya seyrettiğinizi,
Yağmur-yağmur ıslanıp Boğaziçi’nde gezdiğinizi;
Yeniköy’den, Tarabya’ya doğru yürürken
Anadolu Hisarı’nda geçen çoçukluk günlerinizi? ..
Karanlık bulutların altında,
Ölümün soğuk eliyle
Elele versende vermesen de,
Göçüp gittikten sonra;
Bütünleştiğinde toprakla
Bir küş gibi çılgınca
Kanatlanıp uçsanda
Dünyaya yeniden gelmeyi
Düşler misin?
Ved de yaşamak ister misin?
Ya da arkandan ağlayanlara
Kavuşmayı diler misin?
Bir karanlık kuyuda,
İnsanları gözlerinin önünden
Geçirdikten sonra:
– Kuşkusuz ne gereği var dersin…
Gene de hiç belli olmaz:
Belki de sisli ve puslu
Bir bulut olmak istersin.
Yada küçük bir serçenin
Ruhuyla ve kanatlarıyla
Dolaşmayı yeğlersin…
Bulut da olsan
Bir minik serçenin
İçine de dolsan;
Mavi-masmavi göklerin
Derinliklerinde gezeceksin.
Gökyüzünden
Yeryüzüne baktığında
İnsanları ve tüm yaratıkları
Kuşkusuz bir başka göreceksin;
Belki de onları yaşadığın
Günlerdeki gibi sevmeyeceksin,
Uzaklardan,
Çok uzaklarda
Başta kendin olmak üzere
Tüm kavgacılara
Ve savaşçılara küseceksin..
Yeniden bulutlara
Ve kuşlara özeneceksin…
Ya da yağmurla-toprakla,
Beyaz kanatlı martılarla
Bütünleşmeyi isteyeceksin;
Toprağa dönmeyi düşleyeceksin…
Eğer toprağın altında,
Toprağın üstündeki
Filizi dantelli,
Firuze renkli pencereli,
Pırıl-pırıl sedefli
Bir kır çiçeğine
Ve de çiçeklerine
Renk verebilmişsen,
Birer-birer öpebilmişsen
Sevinmelisin, övünmelisin;
Düşlerini süsleyen,
Bir çift yeşil gözün
Ölümsüz sessizliğinin,
Derinliklerinde erimelisin…