Boğaziçi’nin emektar
balıkçısı Sadık Reis’e
Kayıkhane’nin
Üstündeki cumbada,
Her şey değişmiş zamanla..
Sedir,
Uzaklaşmış yerinden;
Renkler,
Çözülmüş kilimden;
Zaman,
Duvarları dolduran
Resim çerçevelerinde kalmış.
Boğaziçi’nin
Pul pul aydınlığını,
Odalara aksettiren,
Üç katlı bilûr âvize’nin
Asıldığı aynalı tavan,
Yerini,
Yağlı boya çizgilere bırakmış..
Nerde şimdi
O cânım divan?
Hasır,
Bilmem kaç parçaya ayrılmış:
Yıllar geçmiş durmadan,
Yıllar, renkleri alıp götüren,
Sesleri hâfızadan silen,
Yıllar konaklamış
Eski cumbada…
Bu iki katlı
Ahşap yalıda
Hatıralar vardır, görülen;
Dalgalar vardır, sahili döven,
Yollar vardır, dönülmeyen…
Masalların,
En sâdesine
Terkedilmiş kayıkhâne
Yeşil,
Renk olmaktan çıkmış;
Avuç avuç serpilmiş
Suyun dibine..
Küçük çakıl taşları,
Suyun koyu maviliğinde,
Elele vermiş yeşille…
Cumbayı
Kayıkhaneye bağlayan,
İki büyük kalas parçası,
Bürünmüş yeşile;
Yeşilin en güzeline,
Birkaç çeşidine..
Rüzgar,
Hırçındır, hırçın olmasına Boğaz içinde.
Ama; bir def’a düşmeye görsün
Yalıların, rüya bahçelerine açılan büyüsüne;
Dâvetsiz bir misafir gibi asılır
Kayıkhâne’nin mandalına,
Ve bırakır kendini,
Bu sükûn diyarındaki loşluğa..
Yorgun, bitap düşmüştür artık;
Hatıraları rüzgarla beraber,
Bu güzel diyarda bıraktık..
Zaman:
Bu sihirli tabloda,
Mıhlanmıştır günün sessizliğine,
Her şey düğümlenmiştir
Sanki kayıkhânede..
Deniz,
Gümüşi bir boşlukta
Maviliğine, yeşilliğine..
Sandal,
Tuzlu bir halat parçasiyle,
Kayıkçı Sadık Reis’in
Küflü duvara çaktığı
Paslı bir çiviye…
Çakıl taşları suyun dibine,
Cumba kayıkhânenin üstüne;
Gözler,
Boğazın insanı hayata bağlıyan şiirine…
Düğümlenmiş hâtıralar vardır
Boğaziçi’nde,
Sahile inci gibi serpilen,
Eski yalıların pencerelerinde.