Yapraklar döküldü,
Çiçekler,
Birer – birer
Dallarda öldü,
Kuşlar da göçtü,
Uzaklara gitti diye üzülme.
Dökülen yapraklar,
Giden kuşlarla
Çiçekler değil,
Ömrümüzdür..
Sararıp solan
Yapraklarla beraber
Kalbimiz de,
Gülüşümüz de,
Gücünü yitiriyorsa,
Enginlere doğru,
Kanat çarpıp,
Başını alıp gidiyorsa,
Soluğumuz da,
Yavaş – yavaş
Tükeniyorsa,
Bil ki bir başka dünyayla
Buluşmamız – kucaklaşmamız,
Yalnızlığa – sonsuzluğa,
Ve renksiz – sessiz,
Bir yolculuğa
Alışmamız içindir
Bu derin eziklik..
Kuruyan dalların,
Yaşlı çınarların
Ve ağaçların
Çatırdıyarak yandığı,
Alevlere
Sıcak renkler kattığı
Birbirleriyle kucaklaştığı,
Bir ocağın karşısında,
Düşlerle dolup taşabildin,
Yıllar öncesini tutabildin mi? .
Soğuk kış gecelerinde,
Buğulu camların arkasında,
Sokak lâmbalarının
Ölü ışıklarında,
Lapa – lapa yağan karın,
Sedef pırıltısını,
Gözlerinle okyaşabildin mi?
Çoçukluk günlerinin,
O saf, o temiz düşleriyle,
Kederli yüzlere
Ve aydınlık sabahlara
Yaklaşabildin mi?
O güzelim
Minik ellerinle,
Yıllar öncesinin
Çiçekleri dağılmış bahçelerine
Uzanabildin mi? .
Geçmiş günlerde yeşeren
Anıları hatırlarken,
Gözyaşlarının
İçinde mavileşen
Gülümserken,
Bir hıçkırık gibi
Düğümlenen,
Geride kalan
Ve unutulan günler de,
Kaldırımlara
Düşüp eriyen,
Kar taneleri gibi
Silinip gitmiyor mu?
Bütün bir yaşam boyu,
Sabırla sarılan
Bir yumak,
Hiç beklemeyen biran’da
Çözülüp bitmiyor mu?
O güzelim anılarda,
Dünya’mızdan,
Pamuk ipliği gibi
Sökülüp, dağalmıyor mu?
Yalnız eriyip silinmeyen,
Ölümden evvel de,
Sonra da gürleyen
Birşey vardır,
Nedir biliyor musun?
Hiçbir zaman sönmeyen,
Ocağın içindeki
Nar tanesi renkli ateş.
Gözün derinliğindeki,
Güz yağmuru gibi dinmeyen
Tükenmeyen bir güneş.